8 Şubat 2012 Çarşamba

Tinie Tempah - Written In The Stars ft. Eric Turner

son zamanlardaki sarkilariyla biraz bozsa ozellikle 80lerde ve 90larin ortasina kadar en uretken doneminde muhtesem eserler vermis turk muziginin biricik minik sercesi. deli kizin turkusu sonrasi albumlerde kanimca bozulmus,en son deforme pop'a donmus olan.isik dogudan yukselir oncesindeki albumleri her tur duyguyu sentezleyen ve sarkilari klasikler haline donusmus olan super ses.en verimli albumu gulumse olmustur kanimca. bu arada isik dogudan yukselir ve deli kizin turkusu'nde tasavvufi muzige kaymistir 15 temmuz 1995 günü, rumeli hisarında sertab erener konserinde en önde oturduğunu gördüğümde kalbim yerinden fırlayacak sandığım, tüm kabiliyetsizliğimle çizdiğim karakalem portresini kendisine imzalatmak için, korumaların elinden bir anda fırlayıp, özalp birol'u tekmelemek ve nükhet duru'yu ezmek suretiyle yanına gittiğim, öpüp, sarıldığım, dilim tutulduğu için usta bir kekemelikle ''siziziiz çohok sefiyorum'' dan başka bir cümle edemediğim, kraliçem... türkçe sözlü hafif batı müziğinin en büyük kadın sanatçılarından biri. ilk zamanlardaki parçaları olmasa neler yapardık biz, sorusunu bile akla getiriyor. ama "pop" kelimesini duydukları yerde şahane toplumsal analizler yaparak kendilerince göndermeler yapan gençlik sezen aksu yu da bu kalıba sokarak tek kalemde geçmektedirler.bu durumda, "ulan 20 seneki önceki şarkıları hala dillerde olan bir insanın nesi pop tur, sabun köpüğüdür? o popsa sizde top sunuz " demek istiyorum. müjde ar ile bir film projesinde biraraya geleceklermiş.. şöyle de bir açıklama yapmış kraliçe ; "evde oturmaktan sıkılmıştım. müjde ile bir sinema filminde oynayacağız. bu benim üçüncü filmim olacak" diyen aksu, daha önceki konserlerinde ise, "ben aslında hep sinema filmi yapmak istiyordum. ama ikinci filmim o kadar bayıktı ki, bir daha teklif gelmemişti. 21 şubatta beyaz ile aynı sahneyi paylaşan mini. bi ara beyaza günün mana ve ehemmiyetini sordu, beyaz bişeler saşmaladıydı lakin "bayburtun kurtuluşunu kutluyoruz" şeklinde bir beyanat verip beynimin ortasından yurulmama neden oldu. beyle espri anlayışı, beyle memleketin her yanı ile alakadarlık... bütün bestekârlarımızdan beklememiz lazım... yukarıda bahsedilen konserden birkaç gün önce ise yine eş dost hede hödö ajda nüket ... ile sahneye çıkıp, sahne arkasında kalmayı yeğlemiştir. (kuliste değil yahu, sahnenin arka kısmında) kendisini öne doğru davet edenlere ise hafif bir göz ağartmak örneği göstererek nayır demiştir. duygu sözlüğü bir kadın. hatta eşki sözlüğün en büyük rakibesi. onun şarkılaştırmadığı ruh hali yoktur. buradan da yeterince ezber edildiğinde kimseye ruhi aranım yaşatmayacaktır çıkarımını yapabilirik. allah başımızdan eskik etmesin. hayır yazacam güzel bişeyler, yazamıyorum... benim piyanomun akordumu yapan m.u muzik hocasindan duydugum bir olay..."bir gun sezen aksu nun evinde oglunun piyanosunun akordunu yapiyormus.sezen aksu kahkahalarla gulerken birden tel calmis,baslamis hungur hungur aglamaya.odadakilere hadi beni yalniz birakin,cikin odadan hadi cikin diye cigliklar atmis,neyse tel konusmasi bitmis,sanki hic bir sey olmamis gibi yine kahkahalar atarak milleti dumura ugratmis..."" sagi solu belli olmaz deyisinin en guzel orneklerine verilecek bir yasami olduguna inandigim bir sanatcidir..on the other hand dinleyip dinleyip huzunlendigim bir cok parcasi vardir..saygiyi hak ediyor yinede... sanki öbür tarafa gitmiş ve geri gelmiş gibi inanılmaz şarkı sözleri yazabilen türkiye'nin bir numaralı sanatçısı. hem söylediği hem de başkalarına yazdığı bütün şarkılar güzel hic birsey hissetmediginizi yada artık gecmisinizle ilgili hicbir seye takılmadıgınızı dusundugunuz anda winampınız bir oyun edipte bir sezen aksu sarkısı calmaya basladıysa, insanın kendisini kendisinden ne kadar guzel saklayabildigini,ulastıgınızı sandıgınız yuksek ruh halinin aslında sadece duseceginiz mesafeyi gormek icin size oynadıgı bir oyun oldugunun ve agzınıza sıcılacagını anlıyorsunuz demektir saniye saniye.bu kadın oldurup gomdugunuzu sandıgınız hersey dipdiri ve zaman hic gecmiyormuscasına onunuze diken bir buyucu. "ne kadar güvenirdim kendime, ne kadar emindim. derdim ki; büyük palavra aşk ee, hayat zor, budur mesele azıcık. küçümserdim fırtına da savrulanları, samimi bulmazdım hep aşk diye kavrulanları. bilsem kapına yatardım, bilsem gözünün içine bakardım, bilsem kelimeleri yakardım alışkanlık yaptığını..." her ne kadar artık çok kötü söz yazsa da, çok kötü şarkı söylese de belki çocukluk hatıralarının hatrına öldüğünde üzüleceğimi dün akşam şaşırarak fark ettiğim kişi. yer etmiş bir şekilde içimizde. ağlarım belki de ölünce. ama sevinirim bir yandan da, daha da rezil etmedi kendini diye. keşke hala küçük bir aşk masalındaki ses ve hassasiyetle şarkı söyleyebilseydi, hala öyle sözler yazabilseydi. ama olmuyor, olamıyor... 2 agustos marmaris konseriyle yine bizi $enlendiren muthi$ kadin. sahnede ve ozel hayatinda ayni samimiyetle kalan tek insan. hele o arkasindaki muthi$ fasil heyeti yok mu... yine harika detaylarla dinleyiciyle arasindaki ileti$imi maksimuma cikarmi$ sanatcidir... ayrica pek bilinmeyen bi seyde,sezen aksunun babasi izmir yamanlar kolejinde muduruydu zamaninda(uzunca bi sure hatta).nurcu tayfadan yani.baya bi muhafazakar bi adamdir kendisi,sezen aksu'yada bu yuzden(kiyafetleri,sarki sozleri,evlilik disi hamile kalmasi,gezip tozmasi) gencliginde baya bi cektirdigi hatta bi ara evlatliktan reddedip sonra affettigi soylenirdi. oglu mithat can da izmir yamanlarda kisa bi sureligine okudu diye bi dedikodu dolasirdi zamaninda nurcu kulislerinde.dogru mudur bilemicem. (fisilti gazetesine yazar gibi entry girdim ya resmen helal olsun) alim ile zalim... “zalime haddini bildirmek, öksüze kaftan giydirmektir.” annemin eşsiz özdeyişlerinden biridir bu. eğer sizi yöneten terazi vicdan değilse, bu kadar güçlü ve yerleşik bir ifadenin icazetiyle dilediğiniz kadar acılaşabilir, kötüleşebilirsiniz. “bu adam zalim”. bu öyle bir cümle ki; adaleti olan ya da en azından adaletli olma derdinde olan biri bu cümleyi zekanın yarattığı gerekçelerle kurmayı kendine yakıştırmaz. adaletli biri ancak kendine, kendi doğrularına, zaaflarına, hırslarına, egosuna gerçekten mesafe koyabildiğinde ve vicdan bunu onayladığında içindeki savaşçının önünü açar. sen zalim bir insansın hıncal. bilen bilir, ne kadar canım yanarsa yansın, ne denirse densin, ne olursa olsun konuşmak, cevap vermek adetim değildir. bu kadar sert ve zor bir dünyada kişisel sıkıntıların kamuoyu önüne taşınmasını ayıp bulurum. hırsın, öfkenin; insanın ahlakını değiştirmesine izin vermemenin erdemine inanırım. kelimelerin gücünü, istenilirse ne kadar zehirli, kıyıcı, mahvedici olduğunu, üstelik bunun en alasını, en acıtanını yapabileceğini bilen biri olarak hiçbir şey için, hiç kimseyi kırıp dökmeye değmeyeceğine bütün kalbimle inanırım. ama sen zalim bir insansın hıncal. arkadaşlığımız niye bitti biliyor musun? senin ikili ilişkilerde de vazgeçemediğin iktidar tutkusuyla, gücünü sınamak için icat ettiğin uyduruk küslük oyunlarına geldiğim için değil. orta sınıf ahlakıyla yetişenlerin çok iyi bildiği o vefa duygusuyla, bana benzemeyeni de sevebilmeyi, anlayabilmeyi değerli addederek, yirmi beş yıla yakın sürüklediğim bu arkadaşlıkta hep içime sinmeyen, önceleri adını koyamadığım, içten içe hep rahatsızlık veren tuhaf bir sezginin; sonunda, bana rağmen pembe balonu patlatması yüzünden... sen en büyük harfler, en iri kelimeler ve büyük kahkalarla gereğinden fazla sevgiden, iyilikten, dostluktan, sadakatten bahsederken çıkardığın gürültünün bana, hiç durmadan babamın, “insan en fazla kendinde olmayandan söz eder,” cümlesini hatırlatmasına engel olamadığım için... sonunda bir reklam filmi hizmetine sunulan o kocaman kahkahayı, bir türlü sahici bir gülüşe benzetemediğim, insanın içine neşe yerine niye korku saldığını bir türlü keşfedemediğim için... uzun zaman hiç anlam veremediğim yerli yersiz polemiklerde pekala incelikle anlatabilecek yeterliliğin olduğu halde; ölçüsüz, sertleşen, keskinleşen, fütursuzlaşan üslubunun, kendi markanı ve gücünü daha da parlatmak için planlanmış bir strateji olduğunu fark ettiğim için... korunma içgüdüsü ile seninle mecburen uzlaşanların, aşağıdan alanların, senin tabirinle yalakalık edenlerin içlerindeki bastırılmış nefretin, ilk fırsatta nasıl yok edici bir güce dönüşeceğini bile bile, sonsuz yanlızlık pahasına kalemini bu korku krallığının gücüne adadığın için... “hıncal, ne olur yazma beni köşende” diye her rica ettiğimde; “bu ülkede seni seveni severler. çok tepki aldığım zamanlarda patlatıyorum bir sezen aksu, ortalık süt liman,” diyebilecek kadar pişkinleşebildiğin için... her geçen gün biraz daha kendine mahkum olduğunu, samimiyeti, safiyeti ıskaladığını, gerçekle bağlantılarını gitgide kaybettiğini seyretmekten duyduğum üzüntü için... bir insanın büyük bütünü bu kadar gözden kaçırıp, bu kadar kükremesini elimde olmadan küçümsediğim için... kişi, konu, gerekçe ne olursa olsun, neden ille de en aşağılayıcı, en yaralayıcı sözleri tercih ettiğine, insanları nasıl böylesine iştahla küçük düşürmeye çalışabildiğine, bir insan kalbine nasıl bu kadar kıyabildiğine, kelimelerle gerçeği değiştirebileceğine nasıl inanabildiğine, her insan yüreğinin haberle habaseti mutlaka ayırt edeceğini hissetemeyişine, bir türlü akıl sır erdiremediğimden sonunda istemeye istemeye hiç kimseyi gerçekten sevemediğine ikna olduğum için... “her insanın son ana kadar kredisi vardır” diyerek, beş dakikaya beş yıl harcama cömertliğinden caydığım için... dört yıldır ölümcül bir hastalıkla uğraştığımı, bu hastalığın adının “coushing sendromu” olduğunu, en önemli belirtisinin kortizona bağlı aşırı yağlanma nedeniyle “moon face” yani ‘ay yüz’ olduğunu ve bel-baş arasında yağ yastıkçıkları tabir edilen geçici doku deformasyonları oluşturduğunu, hastalığımın neredeyse tamamen geçtiğini, bu süreç içinde değil estetikçiye, dişçiye bile gitmemin yüzdeyüz yasak olduğunu bildiğin halde, bu durumu başka türlü kullanabilecek kadar şeytanına yenildiğin için... benim hiç kimseyi kandırmaya kalkışmayacak kadar akıllı ve saygılı biri olduğumu unuttuğun için... son olarak “zalimin meclisinde oturan da zalimdir”.. zalimin meclisinde oturmak istemediğim için... bunları neden yazdığımı daha iyi anlayabilmen için küçük bir hikaye ile tamamlıyorum yazımı: bir leylek, kendine yuva yapmak için yer arıyormuş. epey bir bakındıktan sonra pek ünlü bir alimin evinin bacasına yapmış yuvasını, hem de bir şeyler öğrenirim diyerek. bunu gören alim, “vay sen benim bacama nasıl yuva yaparsın” diyerek, büyük bir hiddetle, taş ve sopayla saldırmış leyleğe. leylek zar zor canını kurtarmış ama kaçarken isabet eden taşlarla bir bacağını kırmış. leylek adalete inanırmış. mahkemeye vermiş alimi. ve kazanmış davayı. kadı, alimin de bir bacağının kırılmasına karar vermiş. leylek itiraz etmiş hemen, “ aman kadı efendi, lütfen ayağını kırmayın, kavuğunu alın yeter” deyince, kadı sormuş, “neden?” leylek cevap vermiş, “kavuğunu alın ki, başkaları da zalimi alim sanıp kırılmasın.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder