3 Mayıs 2012 Perşembe

Bursa Teknik Servis

yönetim, futbolcu, taraftar diyorduk ya biraz da sahadakilere bakalım. kendisi beni tanımaz, bilmez, bir nazmi abim vardı. hayatı boyunca binden fazla galatasaray maçını canlı izlediğini söyleyen, mahalle takımı adlı blogunda galatasaraylılığı kendinden sonraki kuşaklara en güzel şekilde aktarmaya çalışan, harbi üslubuyla kaleme aldığı lezzetli yazılarını hayranlıkla takip ettiğimiz nazmi abi son yazısında bakın ne diyor: “şampiyonluğun gittiği sivas maçının son saniyesinde dandik bir gol yeyip de sakız çiğnemeye devam edeni, ali sami yen'de oynanan fenerbahçe maçını jübile maçıymış gibi oynayanı, tribünler yırtınırken yanlarına gitmeyi zül sanan 20 metreye pas atamayan kazmaları, en önemli maçın öncesinde kadroda değil diye fenerbahçe burnunda nargile içenleri, maçtan sonraya randevu verip, maçın sonucu ne olursa olsun programını uygulayanları, taraftara küsen kaptanı, gol atıldığında fazla sevinmeyip, gol yendiğinde hiç üzülmeyeni, bir hata yapmış, gol yedirmiş arkadaşını kurtarmak için insan üstü futbol oynamayanı, gol atıldığında somurtan yedek kulübesini, fenerbahçe'yi şampiyon yapmak için her yolu deneyenleri, bir maçı alsa, 100 metre daha fazla koşsa, bir gol fazla atsa şovun içinde kalabilecekken ölü gibi oynayanları, velhasıl en az galatasaraylı'yı bünyesinde barındıran bir takımı ben 40 sene sonra, veda senemde seyretmiş oldum. canları sağ olsun.” geçen yılki galatasaray takımının bu güzel fotoğrafına ben de birşeyler ekleyeyim. takım olmak, yalnızca sahadaki oyuncuların zaman içinde ortak bir dil geliştirerek birbirlerinin hareketlerini öngörebildikleri ve pas trafiğini gözleri kapalıyken dahi sürdürebildikleri bir alışkanlık anlamına gelmemeli. oynadığımız futbola bakarsak bu tarzda bir makine intizamına uzun zamandır şahit olmadık ama benim derdim başka. ben bir oyuncumuzun üzerine üç kişi yürüdüğünde takım arkadaşlarının topyekün oracıkta bitiverdiği bir sahneyi ne zaman göreceğimi merak ediyorum. cristian arda’yı tahrik ettiğinde o kalabalığın arasında bir tek “ne kansız adam” dediğimiz aydın’ın olmasını kabullenemiyorum. galatasaraylı futbolcu takım arkadaşı için her daim hazır kıta bekleyecek, tetikte olacak ve gerekirse kafayı çakıp kırmızı kartı görecek. dikkat edin, galatasaray tv’de yayınlanan kamp görüntülerinde arda, sabri, ayhan ve nasıl oluyorsa mustafa sarp hep aynı karede, aynı masada yemek yerken, altyapı oyuncularının kafasını sıfırlarken, Bursa Teknik Servis sürekli yanyana kahkahalarla gülerken. bir kere de birinden birinin ötekisinin davasına ortak olduğunu, bir kişinin üzerine dördünün birden yürüdüğünü görmedim! sert bir faul sonrasında yerdeki yabancı bir futbolcumuzsa vay haline! ne elinden tutup kaldıran, ne faulü yapan kasabın suratına tokadı yapıştıran, piç muamelesinin bu kadarı! nba maçlarını takip edenlerin dikkatinden kaçmamıştır, yere düşen bir oyuncuyu rakip oyuncu elini uzatmış olsa dahi yanına koşarak gelen bir takım arkadaşı hızla yerden kaldırır. bu yaklaşımı çok beğenirim, mesajı çok nettir: biz bir takımız ve bizim sırtımızı yere getiremezsiniz! bahsettiğim türden bir tepkiyi yalnızca kewell’da görüyorum, belli ki edindiği futbol kültürüyle takım olmanın öncelikli şartının sadece sahada üçgenler kurmak olmadığını benimsemiş. buna karşılık, rakip oyuncuyla tek başına tartışırken kewell’ı gördüğümde içim öyle sızlıyor ki... adam zaten hakeme derdini anlatamamaktan muzdarip, etrafına bakınıyor, anadilini bile zor konuşan kasaplara karşı ağzından anca bir “fuck off” çıkıyor ve yürümeye devam ediyor. işte bu sahne benim bittiğim an oluyor, tıpkı 50 bin ağzı salyalının meydan dayağını yemek pahasına cristian’ın üzerine ası, yedeği, yirmi kişi çullanmadığımızda olduğu gibi. neeskens’in yaptığı sezon değerlendirmesinde öyle güzel bir durum tespiti var ki: “anlayamadığım beni çok şaşırtan birşey daha var. içeride olsun dışarda olsun karşılaşma yapacağımız sahaya gittiğimiz zaman futbol sahasına çıktıklarında futbolcular birbirleriyle karşılaşıyorlar birbirlerine sarılıyorlar, şakalaşıyorlar, öpüyorlar. doğal olarak bizim oyuncularımız galatasaray’da oynamalarından dolayı diğer oyuncuların belki de gıptayla baktıkları oyuncular fakat bu sarıldıkları oyuncular müsabaka sırasında bizim oyunculara gayet sert müdahalede bulunuyorlar (röportajda “kicking their ass” şeklinde ifade ediyordu bu durumu!) biz de bunu anlayamıyoruz. biz de futbolcularımızdan bunu yapmamalarını rica ettik. bir örnek vereyim, benim dönemimde feyenoord’da oynayan sol ayaklı bir oyuncu vardı. çok sevdiğim bir oyuncuydu. milli takım’da da beraber oynardık. fakat ben ajax’ta oynadığım zaman oraya gittiğimizde tünelde maç başlamadan önce saha içinde hiç onu görmezdim, bakmazdım bile. maç biterdi birbirimizi tebrik ederdik. biz de oyuncularımızdan bunu rica ettik; hala yapanlar var bunu yapmamalarını istiyoruz. maç bittikten sonra gitsinler tebrik etsinler birbirlerini. mesela fenerbahçe ile oynadığımız iki müsabakaya bakın; oradaki maçta sahaya çıktık, sahaya atılanlar, su şişeleri.. ondan sonra bakın maç ne kadar gergin geçti. buradaki maça bakın; sahamıza geldiler bizimkiler gitti onlara sarıldı. olmaz bu.” bu hafızasızlık örneği takım olmakla doğrudan alakalıdır. gerçekten takımsan arkadaşlarından birine yapılan keleği unutmayacaksın ve zamanı geldiğinde hesabı keseceksin. aksi halde her oyuncunun yalnızlaştığı veyahut sahada on bir kişilik bir “takım” görüntüsü veremeyecek kadar küçük gruplar halinde hareket ettiği bir yapı oluşması kaçınılmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder