30 Nisan 2012 Pazartesi

Bursa Bilgisayar Teknik Servis

bugün araçla ışıklarda beklerken bir anı yakaladım. iki araç yan yana duruyorlardı ve içindekiler bir şeyler konuştular. sonra her iki araçta da hareketlilik oldu. içinde çocuk olan araçtan açılmamış 50cl su diğer araca giderken, o araçtan da açılmamış 50cl ama çocuklar için yapılmış kapaklı su gitti. Bursa Bilgisayar Teknik Servis çocuk yer yerde çocuk. bazen biz de çocuk olmalı ve onlarla konuşmalıyız. keşke tek derdim elimdeki suyun üzerinde animasyon karakteri olması ve kapağının kolay içilir olması olaydı. itiraf ediyorum: trip atmayi ozledim. :( insanin yanibasinda trip atabilecegi, simariklik yapip, nebliim simartilabilecegi, nazini cekecek, sonrasinda hicbisey olmamis gibi davranabilcek birilerinin olmasi ne buyuk nimetmis.. sevgili mi dersin artik, bitanecik anne mi, baba mi, hatta canin kardesin mi... yokluktan isverenime trip atar hale geldim lan; beni anlasin, neyin var desin, ben anlamasini bekleyip "yok biseyim.." diyeyim, gecti gecti desin, yok; bildigin pms krizimi de cikaricam kendisinden yakinda :/ of saka gibiyim.

Vestel Bursa Servis

zaman, dünya, her şey çok hızlıymış, değişkenmiş.. yeni idrak ediyorum.. üniversite zamanından* arkadaşımın gelinlikli fotoğraflarını az önce facebook aracılığıyla gördüm.. bi şekilde ilk yamuluşu atlattım ve hatuna bi taraftan tebrik mesajı yazarken bi yandan da; "la okulda bu kız bizim ahmet'le çıkıyodu aşıktı ya la?? bu adam kim yanındaki? ne ara buldun olm? o deyil de yaşlandım mı lan ben?" cümlelerini aklımdan hızlıca geçirdim.. Vestel Bursa Servis "ben de anlamadım.. her şey birden oldu canım darısı sana:)" dedi bana.. "oha içimden konuştuydum kız nasıl duydu?" dedim içimden.. "kısmetse canım işala ehemehee.." dedim dışımdan. aşk diye bi şey var mıymış? neymiş? çözemedim.. kafam karışık çok fena.. zaman denen şey çok ilginçmiş şimdilik onu kavradım.. aşkla ilgili olan tespitlerimi kendi hallerine bıraktım.. zamanla çözülecekler

Baymak Servis Bursa

bundan 6-7 sene önce büyük konuştuğum yani "yapmam, etmem, olmaz" dediğim her şey başıma geldiği için son 2-3 yıldır büyük konuşmayı da bıraktım. hani arada bir ağzımdan çıksa bile hemen ardından pişman olup kendi kendime "öyle deme. geçmişi hatırla salak." diyerek pişman oldum. kısaca iyi bir adamım lan ben ama artık dayanamıyorum "niye her seferinde en berbat senaryo ile karşılaşıyorum? niye her seferinde olmayacak iş benim başıma geliyor? ben ne yaptım amına koyim? kime ne zararım oldu? ne tür bir günah işledim de yıllardır hep kaybeden oluyorum?" sorularını sormaktan kafayı yiyeceğim. Baymak Servis Bursa sanırım bu dünyada benim kadar hayalperest bir insan daha yoktur. başıma ne gelse, hangi hayalim yıkılsa "olsun. böyle olmadı ama şöyle olur" derim ama sanırım bu şekilde kendi kendime en büyük işkenceyi yapıyorum. boşuna nietzsche "ümit kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır" dememiş. sanrım bu başıma gelen şey ile son büyük konuşmamın (belki de en tehlikelisiydi 9 sene önce) vebalini ödüyorum. o zaman aklımdan öyle saçma bir şey geçirmiştim ve öyle bir dilekte bulunmuştum ki (ve gerçek olmuştu) şimdi aklıma her geldiğinde yaptığım en aptal şey olduğunu düşünüyorum. ama o zamanlar ergendim lan ben! bir insan, o en aptal olduğu dönemde söylediği bir söz için ömrünün sonuna kadar cezalandırılamaz ki. pişman oldum, kendime çok küfrettim daha ne yapayım amına koyim? kendimi mi asayım, ne yapayım? uzun lafın kısası olmuyo işte anasını satayım. bu dünya bana göre değil. artık loser mi ne sikimse işte onu mu dersiniz bana veya lanetli miyim bilmiyorum ama bildiğim tek şey ne yaparsam yapayım, ne kadar mücadele edersem edeyim her zaman benim elimde olmayan, sanki yukardan bir talimatla gerçekleşen şeyler ile bir anda her şey elimden kayıp gidiyor.

Lg Servis Bursa

şu sözlükte beni tanıyan hatta çevremde sözlük yazarı olduğumu bilen tek kişi olmamasına rağmen son 3 gündür yaşadıklarımı itiraf edemiyorum çünkü başıma gelenleri kabullenemiyorum. hani artık eminim yukardaki benimle taşak geçiyor. normalde başına kötü şeyler gelen insanlar tanrının varlığına olan inançları sarsılır ya işte benim inancım aksine güçlendi çünkü son 5-6 yılda başıma gelen şeyler öyle bir sırayla geldi ki bunun tesadüf falan olmasına imkan yok. hani bir film senaryosu olsa ancak yaşadığım olaylar birbirine bu kadar iyi bağlanır. bir hafta önce 2 yıldır kendim için istediğim tek şey gerçekleşti ve "artık tamam. her şey güzel olacak. hayatım yoluna giriyor. ben ve sevdiklerim sağlıklı olsun gerisini hallederim. sanırım bu sefer mutlu olacağım, bu sefer oldu" dedim. allah'a şükrettim "çalıştım, çabaladım, insanlar 1,5 sene önceki tercihimi garip karşıladı, bu riske girmeye değmez dediler ama oldu işte. başardım lan, ilk defa bu hayattan tam olarak istediğim bir şeyi elde ettim" dedim. dedim ama hemen ardından öyle bir şey başıma geldi ki belki de beni bu mutluluktan, kafayı yeme noktasına taşıyacak tek şey (sevdiğim birinin ölümü dışında) gerçekleşti . Lg Servis Bursa şimdi herkes kendini iyi biri olarak görür ama ben kendimi değerlendirdiğimde gerçekten iyi biriyim lan. bu güne kadar benden yardım isteyen tek bir kişiyi bile geri çevirmemişimdir. bir nevi ben de "evet" hastalığı var yani biri benden bir şey istediğinde "hayır" diyemiyorum. bu güne kadar beni tanıyan insanların sanırım hemen hepsi hakkımda iyi şeyler söylerler. yani insanların kalbini kırmamak için elimden gelen her şeyi yaparım, kavgalı veya küs olduğum kimse yoktur. insanlar bana sırlarını söylemekten çekinmezler çünkü benim sır tutabildiğimi bilirler. güvenilir bir insanımdır çünkü bu güne kadar hiç emanete hıyanet etmişliğim olmamıştır. ne bileyim işte çocukken arkadaşlar ile oyun cd'lerini değiştirirdik ve benim cd'lerim normalde karman çorman ve kabında olmadığı için çizik içerisnde olurdu ama arkadaşımdan aldığım cd'yi her oynayışımdan sonra çıkarır ve siler, sonrada kabına koyup, kaybolmayacak yani hatırlayabileceğim bir yere saklardım. hani böyle saçma bir şeyi anlatmamın sebebi ben hep bu şekilde önce karşımdaki insanı düşündüğümü anlatmak içindi. birinden bir iyilik gördüğümde karşılığını iki kat olarak ödemek için çabalarım. insanların yüzüne söyleyemeyeceğim şeyleri hiç bir zaman arkasından söylemem.

Acer Servis Bursa

insanların söylediklerine zerre önem vermiyorum artık. yaptıklarına bakıyorum. bunu anlamam 28 senemi aldı. sanırım kas kafalıyım. herkes yalan söyler hadi onu geçtim de; mesele şu ki, çoğu insan aslında sandığı kişi değil. bu yüzden sanırım ağızdan çıkanlarla davranışları uyuşmuyor kimilerinin. olmak istediği film kahramanını oynuyor çoğu kişi! kısa dönem deniz eri oldum hem de sahil güvenlik, lakin sorun şu denize düşsem kendimi kurtarabilir miyim bilmiyorum, kaldı başkası? inşallah internetci, yazıcı olurum da rezil olmam. Acer Servis Bursa liseden beri müzisyenlerle, özellikle rocker'larla ilgili o kadar çok röportaj okudum, izledim, röportaj okuma, adamların hayatını, düşündüğünü öğrenme peşinde koştum ki artık kafamın içinde devamlı bana soru soruluyor. ama böyle "albüm nasıl ortaya çıktı?", "sözleri nasıl hazırlıyosunuz? tuvalette mi?" soruları değil. sorguya çeken sorular. "mutlu musun şimdi?", "emin misin bunu yapmak istediğinden?", "sen sen misin artık gerçekten?" "için rahat mı?" "vicdanın rahat mı?" "nasıl yaşlanmayı düşünüyorsun?" "ne zaman büyüyeceksin?" "adam mı olduğunu düşünüyorsun?" gibi sorular. ve daha nicesi. özellikle otobüslerde geliyor gelenler.

Acer Bursa Servis

hem babama hem de lambert wilson'a benzeyen bir sevgilim var. lambert wilson kısmı çok iyi, hastayım. ama babama benzemesi kısmı o kadar iyi değil. öpüşürken gözlerimi hiç açmıyorum. ama hiç. kaplumbağam öldü. sabah ölmesine rağmen hala yuvasında duruyor. ellemedim hiç. alıp atmaya gönlüm el vermiyor. bir yıldan uzun bir süre olmuştu. çok şey paylaşmıştık. nice sucuklar yedirmiştim ona. bu ani gidişi çok ağır oldu. elimde gezer, masanın üzerinde koştururdu. bu hiç iyi olmadı. yalandan korkmam, filmlerdeki ve dizilerdeki ayna sahnelerinden korktuğum kadar. Acer Bursa Servis janrı ne olursa olsun, bir filmde, dizide, dişler fırçalanırken, kusulurken, saçlar taranırken vs. her ne yapılıyorsa yapılsın, her an arkadan bir şey çıkacakmış hissiyatına kapılıyorum. genelde de çıkıyor zaten. komedi filminde gerilmişliğim var ki, sonra kalk, git traş ol, saçları yıka falan... o sırada kesinlikle ayna ile göz temasını kaybetmemeye çalışıyorum. ağaç yaşken eğilirmiş. küçüklüğümde diğer yaşıtlarım gibi çizgi film izleseydim olmazdı böyle şeyler, biliyorum.

Bursa Bİlgisayar Servis

beni tamamen değiştiren bir olay, genelde konuşmam, itiraf sayalım. lisedeyim. sabahçıyım, yani sabahın 5 buçuğunda kalkıp okula gittim. okul herzamanki okul, dönerken bizim evin civarlarında bana yazan bir kız vardı, onu gördüm. arkadaşı yanındaydı, yolun karşısındaydı, gayet havalı bir bakış ile göz ucu ile baktım, o da baktı, hafif bir tebessüm vardı suratında, geçtim, gittim. eve geldim, koltuğa kafayı koydum, uyumuşum. telefon trafiğine içten küfür ettikten sonra etrafıma baktım, annem telefonda ciddi moral bozukluğu ile konuşuyordu. hatta ağlıyordu galiba, hatırlamıyorum. noluyor demeye kalmadan "istanbula taşınıyoruz" dedi. what the fuck ın türkçesi olsa idi tepkimi o şekilde verirdim fakat ben "ne alaka" dedim. olmuş birşeyler, izmirde oturuyorduk, dün hayatımın geri kalanını izmirde geçireceğimi düşünürken yarın istanbula taşınacağımızı öğrendim. neler oldu tam hatırlamıyorum, erkenden yattım. Bursa Bilgisayar Servis ertesi gün öğlen gibi kalktım. filmlerdeki gibi "rüya mıydı" falan diye düşünmedim. telefon çaldı, arkadaşım aramış "neden gelmedin?" dedi, ben gidiyorum diyemedim, "evet uyuya kaldım". cevap verdi "bizde öyle tahmin ettik", kısa bir görüşmenin ardından "hadi yarın görüşürüz dostum" dedi, "görüşürüz" dedim. hayatımda hiç dostum kelimesini kullanmadım, o an kullanabilirdim, ama o kadar havalı değilim sanırım. kapadım telefonu. dün derse girdiğim okula kayıt sildirmeye gittim. gizli gizli girdim içeri, hallettim, hızlıca çıktım. evde minik bavullar hazırlanmış. yanımıza hiçbirşey almadık, bilet hazırmış, otobüse bineceğimiz yere gittik. servise bindik, duygusal atraksiyonlar falan sonra servisten eski platonik aşkımı gördüm, oralarda oturuyordu, kafamı çevirdim. hava karardı, heralde en üzücüsü avril lavinge'in complicated adlı şarkısını dinleye dinleye geçti yolculuk. iyidir gerçi şarkı. istanbula geldik. son basketbol dünya kupası dışındaki en büyük travmamı bu sıralarda geçirdim. düşünüyorum bazen, hayat ne garip, otobüsler falan.

Vaillant Servis Bursa

sözlük yazarlarının kötülemiş olduğu bir filmi seyrettikten sonra, genellikle ''bir daha sözlükte yazılan film yorumlarını ciddiye almayacağım'' diyorum. ama nedense, ne zaman bir filmi seyretmeye niyetlenecek olsam, ilk olarak ''acaba sözlükte ne yazmışlar'' diye o film hakkında yazılanlara bir kat göz atıyorum. Vaillant Servis Bursa 2-3 gündür doğru dürüst uyuyamıyorum. pek iyi durumda olduğumda söylenemez. dün geceden beri sıkıntıdan onlarca entry girmişim sözlüğe. en son demin moderasyon tarihçesinde dedirten uyarısı aldığımı farkettim. farkında bile değilim öyle bir şey yazdığımın ki şu an çaylak mıyım onu bile bilmiyorum.

Bosch Servis Bursa

kediyi beslemeyi unuttuğumda, kapıyı çarpıp gelip karşıma oturuyor.(kapıyı gerçekten yükses ses yapacak şekilde çarpıyor) gidip yemeğini önüne koyuyorum. itirafım şu ki, bir gün, bir gece yarısı tepeme dikilip çok sinirlendiğinde bana kafa göz dalmasından korkuyorum. futbol, lig, siyaset, din, ekonomik kriz, kürt sorunu, devrim diyenlerin taş gibi karanfillerini kızgın demirle açıp, billur kaselerini bizim diyarın en yaşlı kısraklarına tokmaklatmak gibi bir fantezim var. Bosch Servis Bursa fazla kıskanç ve sahiplenen biriyim. ve şu sözlük ortamında resmen sınanıyorum. bir şekilde muhabbet etmeye ve sevmeye başladığım herkesin, bir şekilde sevmediğim herkesle aslında iyi anlaşıyor ve yakınlaşıyor olmasının başka bir açıklaması olamaz. insanlardan soğuyorum bu sefer de. uzaklaşıyorum. özellikle geri çekiyorum kendimi. "onunla iyi anlaşan benimle anlaşmasın." moduna giriyorum. ben böyle gerzeklik görmedim arkadaş! çok sinirlendim kendime. yeter lan.

Vestel Servis Bursa

mynet'ten okey oynamak için üye olmaya çalışırken nick bulamadım, ne girsem seçilmiş ,artık çıldırmak üzereyim , baktım yanımda harita asılı sözlük.il , ülke filan seçtim sanıyorsun değil mi ? haritayı başka amaçlı kullandım kötü emellerime alet ettim.nick'imi fiziki olarak girdim.mynet'te annem temizlik yap diye söylenip durduğu halde ben bugün gecenin bir saatinde oda temizliyorum. neden çünkü annem kediyi yollamasın diye. sonuç vermiyor. okey oynayan fiziki nickinin sahibi benim sözlük. yazarların yarısından çoğunun adının merve olduğunu düşünüyorum. eğer öyle değilse benim aklımda olan merve beni buldu . * Vestel Servis Bursa çok hastaydım lan bir zaman. bildiğiniz gibi değil. nasıl desem hani nefes filan alamıyordum, suratım bembeyaz olmuş, iyice kilo vermişim... daha neler var aslında. işte o zaman çıktı mal gibi kaldım. naber lan desem bile olurdu aslında. olmadı, neyse amk.

Demirdöküm Servis Bursa

bugun bir gazetenin pazar ekinden okudugum ve anladigim kadariyle dagilma sirasinda aldiklari terapileri kasede cekmi$ ve $u siralar bunlari piyasaya surup bir de bunalim hallerinden para kirmayi hedeflemi$, sanirim sahiden allahi para olmu$ grup. terapileri ayligi 40.000 $ olan bir psikiyatrdan almi$lar, onun parasini cikarmaya cali$iyor olmalari da buyuk bir ihtimal elbet. Demirdöküm Servis Bursa 25 haziran 1993 cuma. metallica inönü'de. konseri snake pit'ten izliyorum. sahneye çıktıklarında dondum kaldım, dizlerim titredi. adamlar da karşılarında 50.000 kişiyi görünce afalladılar. girişte apışarama gizlediğim fotoğraf makinemle durmadan resim çekiyordum. 3 kez bis yaptılar. gerek kişisel gerekse yerli piyasa anlamında en etkili stadyum konseriydi

29 Nisan 2012 Pazar

Bosch Bursa Servisi - hayali.org

enter sandman, nothing else matters gibi radyoda çalınmaya müsait uyuz parçaların yanı sıra the god that failed, of wolf and man, don't tread on me, the struggle within gibi güzel besteler de içerir. müzik metallica'nın bu albüme dek yapmakta olduğu nefis thrash'den oldukça uzak olsa da halen zevkle dinlenebilecek düzeydedir. metaldir en azından halen. metallica'nın ilk kez "artık voliyi vuralım." dediği, ilk kez popüler olmak adına harika müziklerinden tavizler verdiği albümdür. sözlerin anlamlı olduğu son albümdür ayrıca.orlando konserinde inanilmaz bir performans sergilemis herkesin kendinden gecmesini saglamis bis stadyum dolusu insani costurmus olan gurup. verilen paraya degdi dedirtmislerdir herkese. Bosch Bursa Servis trash metal sinifinin en bilinen en sevilen ismidir. nankörlükleri ile taninirler sen gel grup kurucularindan dave mustaine i di$la bununla yetinme seni bu günlere getiren tarzini degi$tir fanatiklerini bir kenara birak popüler tarzsa geci$ yap hard core yap.. allah razi gelmez karde$im buna dedirten grup..

20 Nisan 2012 Cuma

Kuşadası Bosch Servisi

neyse, ulan fenerlilik guzeldir diye baslayip keder, uzuntu muhabbetlerine girdik iyi mi? daha ne yapayim arkadas ya? sozlesmesi bitmesine, buyuk ihtimal baska bir kuluple anlasmasina ragmen canini disine takip savasan bir oyuncuyu izleyip, bitse de gitsek modunda gezinen oyunculari gorunce ben utaniyorum, sanki suc benimmis gibi. iste bu yuzden simdiye kadar fenerbahce hakkinda iki satir yazamadim. cok karamsar yazinca kendimi kotu hissediyorum, iyimser yazinca da cok turk sinemasi tadi oluyor. Kuşadası Bosch Servisi simdi bu takimda bir adam var. eskiden 20 numaraydi, simdi 10 numara. ufak, uzayli tipli bir adam iste, soyle 5-6 senedir sagolsun tasiyor takimi. bir de sag bek var. bacaklarini eline verseler de bir seyler yapmak icin ugrasiyor, cok seviyoruz. bir de sari kafali, psikopat tipli bir adam var, ki daha once bahsettim kendisinden. bir de unutmadan masum yuzlu bir kaptan daha var, bizden biri gibi goruyoruz kendisini. ben bu adamlarin klonlanmasi taraftariyim, ama teknoloji buna su an izin vermediginden sadece dordunu zevkle izliyoruz. sahada biri yokken sanki mac yeterince zevk vermiyor. yanlis anlasilmasin, o formalar sokaktan cagirilimis 11 adama giydirilse yine izlenir, ama bu dortlu sagolsun kotu gunleri daha az hissetiriyor insana. ne bileyim, kale direklerinden sorumlu insan ortaliga satasirken, orta sahadaki muzmin sakat bucur abuk subuk el kol isaretleri yaparken, soldaki sozde ruzgarin oglu trip yaparken, bu herifler yuregimize su serpiyor...cok arabesk oldu galiba...evet. rakiplere duyulan nefretten degil, sari laciverte duyulan sevgiden baglanilmali bu takima. baska takimlara bakip kendi takimina duyulan sevgi artiyorsa, illa ki gun gelecek, ayni takimlara bakip kendi takimina olan sevgi azalacaktir. ama anti-xsporculuk yapmadan, sanki ligde baska takim olmasa da ayni sekilde baglanacakmis gibi sevilirse asil o zaman guzel oluyor. binlerce mil otede, sabahin korunde gazozuna bir mac izlemek icin karda kista mac izlenecek yer araniyorsaniz, ders calismak icin, es dost gormek icin sarfetmediginiz cabalari deplasmanda oynanacak otbokspor maci icin sarfediyorsaniz, hadi olmadi stadin dibinde yasayip, her sabah kalktiginizda ilk isiniz stadin yerinde olup olmadigini kontrol edermis gibi camdan bakmaksa, yalniz degilsiniz.

Kuşadası Profilo Servisi

yonetimler, futbolcular, teknik direktorler... biri gelir biri gider lakin sari lacivert arma kalbimizin tam ustunde durur her daim. fenerbahce formasi giymis herifler ankara'da tel tel dokulurken, trubunler ve ekran basindakiler ana avrat bilcumlesine soverken; o saatlerde benim 1.5 yasindaki iki kelimelik cumle bile kuramayan oglum bir ayakkabi magazasinda, gs terliklerine vurup, fb terliklerindeki armayi oper. Kuşadası Profilo Servisi kacan sampiyonluklara, falanca yildir alinamayan turkiye kupasina, rakipte bulunan uefa tenekesine hayiflanan taraftarlara tavsiyem; kupa seviciligini digerlerine birakip fenerbahceli olmanin tadini doyasiya cikarmalaridir. bunu yapmakta cok zorlananlar icin tavsiyem; sadece 5 dakikaligina gozlerini kapatip galatasarayli olduklarini ve ustlerinde galatasaray formasi tasidiklarini dusunmeleridir. belki o zaman kendilerine gelirler...

Kuşadası Klima Servisi

özlediğim takımımdır. bilgisayarın derinliklerinde kaybolmuş bir kaç videoyu buldum duygulandım. bu sene hiç hissetmediğim duyguları hatırladım o videolarda. yok aragonesmiş, yok alex sisteme uymuyormuş, yok guiza kendini bulamamışmış. geçin bunları ya. bu takımda ruh kalmadı, budur esas sorun. şuanki kadroya bakıyorum benim özlediğim fenerbahçede yer alabilecek adam neredeyse yok. Kuşadası Klima Servisi siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama ben tuncayı özledim arkadaş top kaptırınca geriye koşup onu mutlaka geri alan adamı.. ben ümit özatı özledim spartayı spartada yenen büyük kaptanı, yetenekleri sınırlı olsa da yüreğiyle oynayan adamı. ben serhat akını özledim, ali erene kafa tutan adamı.. ben appiahı özledim, gol attıktan sonra saha kapalı olduğu için stadın dışından tezahürat yapan taraftarlarına elini kulağına götürüp sizi duyuyorum işareti yapan adamı.. ben aurelioyu özledim asla ve asla bir rakip omzundan haffiçe yere itti diye saatlerce kıvranmayacak adamı.. listeyi uzatmanın alemi yok fenerbahçenin bugünkü kadrosunda emre mi yüreğiyle oynayacak carlos mu yoksa selçuk mu. yetenekli becerikli olmasına gerek yok, şu an takımın bütün dengesini bozduğu için guizadan nefret etsem de o bile sahadaki en yürekli oynayan 3 adamdan biri. ya takım yeniliyor azıcık üzülün arkadaşım ya.

Birsen

kurtce sarki yapacagini, bunu yayinlayacak adamlarin da bu ulkede var oldugunu bilidigini soyledin, bunu sen o zaman gerceklestiremedin belki ama su anda bunu gerceklestirebilen insanlar var, bunu erken gordun ve hemen dile getirdin, e bunu yapmasaydin,pek hazzetmedigim bir insanin da* soylemis oldugu gibi, ahmet kaya olamazdin ki... olumunden onece yasadigi olaylar essiz vatanimin utanc halkalarindan yalnizca bir tanesi... aci bir hal var ahmet kaya'nin kurt olmasi ile ilgili. cunku cok manidar ama anlayani az. soyle ki, benim icin ahmet kaya dinleyebiliyor, anlayabiliyor olmak turkce bilmemin, turkiye'de yasamamanin mukafatlarindan biridir. ancak bu ulkede dogdugum, yasadigim, bu dili anladigim icin degerini bilebilecegim, sirrina erebilecegim bir imkandir. hatta ne zaman "yabanci sevgili" ihtimali olsa hayatimda, bir durur, dusunurum. "ama ahmet kaya'dan anlamaz ki", ahmet kaya'yi dinlese de anlamayacak, onun hem ofkeli, hem kirilgan, hep huzunlu sarkilarini beraber soylemek mumkun olmayacak, onlarla beraber aglasmak olmayacak. o bir sinirdir iste, paylasabilecegim derinlige dair. yani, benim icin ahmet kaya damarlarimdan en yerli olanina kan verir, durur. ve bunu bir kurt yapar. ve ahmet kaya vakasi bu memlekette turk-kurt muhabbetinin, dostlugunun ne denli guzel, ne denli saglam, ne cok gorkemli olabileceginin, ama olamamisliginin acitan resmidir. "bu vapur hangi karşıdan hangi karşıya gider diye düşünüyordum. hakkari'den ankara'ya oradan da istanbul'a savrulan zihnime sığmıyordu bu karşı lafı. istanbul'da kim kime niçin karşı konusu bir tarafa, coğrafi olarak herkesin karşı kıyıya "karşı" dediği (savaşlarda iki tarafın da birbirine düşman demesi gibi) bu şehrin rutubetiyle ilk tanışma anını yaşadığım için hangi karşıdan hangi karşıya gittiğimi bilmiyordum.az önce merdivenlerini, dublajı kaymış bir yeşilçam filminin, yirmi dakika sonra meşhur bir türkücü olacak başrol oyuncusu gibi indiğim haydarpaşa, beni martıların arkadaşı bir vapura teslim etti, bin dokuz yüz seksen beş yılının yazdan kalma alacaklı nefis güneşli bir gününde. az önceki arabesk filmi bitirmiş, şahane bir romanın içindeydim artık... "merhaba istanbul" dedim romanın karizmatik kahramanının ağzından.ve dilimin kayganlığına nicedir yuva yapmış bir şarkıyı mırıldanıyordum: "ağlama bebek ağlama sen de, acı sende hasret sende... yağmur gibi..’’ allah allah bu çiseleyen yağmurun az önce her şeye egemen olan güneşten haberi yok mu? demek bu şehir için geyik muhabbeti köşelerine dekor olmuş "havasına parasına karısına güvenme..." lafı boşa söylenmemiş. vapur, dünyayı kurtarmak için sadece on saniyesi kalmışçasına aceleyle, henüz vapur yanaşmasını tamamlamadan kendini betona atan yüzlerce insanı indirirken beni içeride unuttu. ben son durakta ineceğini iyice bellemiş başka alternatif düşünmeyen saf yolcusu vapurun.. tenha bir şekilde indim, dünyayı kurtarmak bana düşmez diye düşünüyordum. adres osmanlı divanı gibiydi: sancaktar hayrettin paşa mahallesi, müşir süleyman paşa sokak, koca mustafapaşa! paşa paşa bindim numarasını önceden ezberimin en itinalı köşesine yazdığım belediye otobüsüne.. "yağmur gibi gözlerinden akan yaş niye... bu suskunluk bu durgunluk yılgınlık...’’ -afedersiniz samatya durağı burası mı? teşekkür ederim. bir öğrenci evinin en derin uykulu saatinde çaldım dairenin zilini. dört kere basıldığında ancak bir kez ses çıkaran zil bana mahmut'u getirdi. (daha doğrusu mahmut'un uyanmış bölümünü ki bünyesinin pek azını kaplıyordu.) -afedersiniz acaba muhsin var mı? - var kardeşim var yenisine lüzum yok almıyoruz... - yok ben kendisinin hemşehrisiyim de. beni istanbul'da yuva sahibi yapacağını söylemişti. zira benim kalacak başka bir yerim yok da... - haa sen yılmaz mısın? komikmişsin sen öyle mi? - evet ama sen şimdi böyle söyledin diye sana esprili bir cevap verecek kadar yırtık değilim. bu yüzden ilerde şiir de yazmayı düşünüyorum. - iyi... hoş geldin. - iyi... hoş bulduk...

Kutlu Doğum Haftası

zaten ezel'in senaristi olan senaristi de, ezel'le hiç ilgisi olmayan yönetmeni de fena halde ezel'in etkisinde kalmış. ama kötü anlamda. ezel'in diyalogları da ağdalıydı ama daha kaliteliydi. eğer "uçurum"u seyrediyorsanız anlarsınız, o kalite de pınar bulut'tan değil, kerem deren'den geliyormuş. öte yandan ezel'de kurgu da, oyunlar da, tuzaklar da, flashback'ler de çok daha sağlamdı. bu dizi ise tam bir trip güzellemesi. herkes bi kasıntı, uzata uzata oynuyor. (sarp akkaya hariç.) murat yıldırım'a gelince... sakin sakin ve duru oynadığında kim ne diyordu bu adama? ne bu şimdi kenan imirzalıoğlu tavırları? "insan evladı" sözü de çok havalı ve psikopatça göründüğü için kullanılıyor sanırım.suriye üzerinden gelen insan kaçakçılığına el atarak güncel bir konuya değinmişler. yine geldi ahmet kaya anasını satayım. yapmayın kardeşim gece gece ağlatmayın. yeni bir ahmet kaya şarkısı daha bu dizinin popülerliğini artıracaktır diye düşünürken ahmet kaya arka planda dardayım kurşun yedim demeye başlamıştır. müzikleri ahmet kaya tarafından yapılan dizi. zaten insanın içini ilmik ilmik acıtan bir senaryoya sahipken birde tam yerinde, gediğine oturan ahmet kaya parçalarıyla insanın içini dağlayan dizidir. yapmayın etmeyin. erkek adamı zorla ağlatacak dizidir. arkadaş hali hazırda hikaye zaten ebemizi şaaapıyor bir de ahmet kaya'dan verince müziği iyice fena oluyor insan. yapmayın etmeyin, erkek adamız, ağlatmayın bizi öyle ulu orta... senin amına koyayım ben irfan. orospu çocuğu irfan. evin yansın o odun götüne girsin çıkmasın irfan. bu ecevit'in kız arkadaşı da bi siktirsin gitsin. adam boşluğu doldur diye almış seni yanına sen hala yok evi ben dekore ettim biz beraber yaşıyoruzun goygoyunu yapıyorsun. allahtan bu akşam çok görünmedin de bölüm bi boka benzedi. bide ibo'nun vurgun olduğu kız hangi dizi/reklam/filmde oynadıysa bi hatırlatın allah rızası için :( son olarak reklamın bokunu çıkarmasa son zamanların efsane dizileri arasına girecek ama yok olmuyor o reklamlar 15 dakikada bi verilecek illa. şimdi iyi dizi güzel dizi de, ilk çalındığında * müthiş bir tat veren ahmet kaya'yı ama her bölümde mal bulmuş mağribi gibi çalmak tek kelimeyle basitliktir. senaristin sözlük okuduğuna nerdeyse emin olduğum dizidir. daha önceki entrylerde telefon görüşmelerinin gurur tarafından dinlenme ihtimaline karşın ecevit'in kendi telefonuyla her şeyi halletmesine değinilmişti, bugün blackberry'leri hemen yerini aldı dizide gizli haberleşmeleri adına. aynı zamanda araba konusuna da değinilmişti, o da değişmiş. bi de türk dizi tarihinde en uzun küfür sahnelerine şahit olmaktadır an itibariyle.

İrfan alkara?

dizinin ilk bölümünde özcanın vurulduktan sonra takoz irfanla bir evde ibrahim tatlisesin müziği eşliğinde konuşmaları ve konuşmalar esnasında arkada garip bir şekilde kendinden geçmiş kadının göze çarptığı sahne en etkileyici sahnelerden biridir. hem iğreniyosun onlardan hem de oturduğun yerden biraz tırsıyorsun. o duyguyu çok güzel yerleştirmişler. son bölümde ise herkesin dikkatini çeken belalı naim oldu. ilk bölümden beri yok şöyle leşleri var, gözü kara, hiç düşünmeden şunu yapar bunu yapar diye öve öve bitirilemeyen (bela manasında) belalı naim, bildiğin ibne çıktı yahu. üstelik maşa olarak da sarı yı kullanması ayrı bir komedi. biz izleyicilere yansıtılan sarı bilalin, ecevitin babası da olsa gözünü kırpmadan öldürmesi lazımdı o adamı.güzel dizi. cast'ı, oyunculuk kalitesi, çekim açıları, kamera kullanımı, yönetmeninin çıkardığı sinematografik iş vs.. hikaye de iyi ilerliyor. ama detaylara da biraz daha dikkatli yaklaşılırsa tadından yenmez: --- 6.bölüm spoiler --- ecevit irfan'ın evinde, babasıyla hapishanede aynı dönemde kalmış adamla ve irfan'la konuşurken; irfan aniden adamın kafasına sıkmak vesilesiyle adamı göz kırpmadan öldürdü. bu sahnede ecevit'in açık gri ceketinin sağ tarafına bariz şekilde kan sıçramıştı. bir sonraki sahnede ecevit evden çıkıp arabasına yürürken ise ceket ilk alındığı günkü kadar temizdi. içeride çamaşır suyuna basmadı herhalde ceketi, değil mi sayın reji veyahut devamlıkçı? daha sonra ahu'nun yanına gittiğinde, bu ceketteki kan konusu işlendi üstelik? 6. bölümüyle yine başladığı gibi bozulmadan devam eden, yerimde duramayarak izlediğim dizidir. o nasıl bir tempodur öyle. bilal tazı gibi ordan oraya koşuşturdu resmen. her reklam arasında o kadar farklı düşüncelere daldım ki.. kaç kez ters köşe oldum sayamadım bile. naim insan mısın? insansan söyle kızmıycam. bu arada ahu kumral birsen'e çok güzel ağzının payını vermiştir. -bu adamlar nerdeyse ben ordayım. yani sen beni karşına alırsan bu adamları da karşına almış olursun ki bu adamlar dışarda bekleyip üç buçuk atan o minnoş gibi hiç değildir. ha illa merak ediyorsan ben sana söyliyim ecevit'e aşık falan değilim. ben bilalle beraberim. ecevit kimle beni hiç ilgilendirmez. ama ilgilendirseydi eğer sen pılını pırtını toplamış, çok sevdiğin hayatı tek başına yıkmış olurdun.şimdi ben sana yardım ediyim istersen. sen ufaktan, küçük küçük geldiğin gibi.. anladın? zeki: inanmak en büyük kumardır. şu bilale ibo'nun polis numarası yaparak naim'i kurtarma sahnesine girmek istemiyorum bile. o ne öyle çatışma var sanki katıla katıla güldüm ben öyle şey mi olur ya. hiç yakışmadı ama. o değil adam o kadar mafya polisi tanımaz mı hiç? ayrıca dışarda 20 kişi ateş açıyor binadan hepsi kaçmayı başarıyor nasıl oluyorsa allah allah... dışarda da irfan'ın hiç adamı yok.

on the floor

bir yerde yarım saat otomatik silahlarla ateş açıldığı halde polis jandarma o bu kimsenin gelmediği bir bölüm izledik dün. bu türk dizilerinin olmazsa olması sonuçta, yapmasalar ayıp olurdu bir yerde. hatta aklıma bu sahne kemal sunal'ın tokatçı filmini getirdi orada da öyle sirenler vs milleti kandırıyorlardı polisiz diye. --- spoiler --- yine çok güzel bir bölümdü. ecevitin sevgilisinin ahuyla olan konuşmasında ekrana girip iğrenç karının saçını başını yolasım geldi, allahtan ahu verdi gereken ayarı. belalı naimin ecevitin tiki evinde eskilerle rakı içmesi de çok güzeldi. asıl bomba ise sondaydı tabi, sen ne iğrenç bir adammışsın be naim. kocamış kurt değil bildiğin tilkiymişsin sen. dünün güzelliği ise zekiyi tekrar görmemizdi. izlerken yargı değişmelerini köküne kadar hissettiğiniz dizi. --- spoiler --- ulan gurur'a vay yanına koduumun derken aneam yetimmiş dedim, belalı naim'e zaten saydırıp sonra özünde iyi insan deyip en sonunda dünyadaki tüm küfürleri gönderdim. birsen zaten iticiliğin kitabını yazdı ama o da haklı. ahu'yla olan sahnede bi cat fight beklemedim değil ama laf sokuşlar bomba. ibo sen ağlama dayanamam ve bilal sana diyecek laf bulamıyorum canım. bölüm sonlarını tam izleyemedim ama sanırım bir mantık hatası var. yarım yamalak izlediğim kısımlarda bilal, naim tarafından şantaja uğradığı için naim'i iyi biri gibi tanıttığını söylüyordu. sonra naim tam ölecekken de sırf bu yüzden kurtulmasını sağlıyordu, şantaj nedeniyle. bilal, naim'in kurtulmasını sağlamasaydı, naim ölüp gidecekti. şantaj unsuru da ortadan kalkacaktı. yanılıyor muyum ki? ezel tadında ters manyelleri var ama ezel'den çok başka bir dizi, izlerken hiç aklıma ezel gelmiyor. anca dizi bitip yorumları okuduğumda diyorum ki "lan ezel'de de oluyordu bölüm içinde 2-3 kere terse yatırmalar" diye. seneler sonra perşembeleri oynadığım halısaha maçlarından sonra perşembe geceme anlam katan bir dizi oldu diyebilirim rahatlıkla. ibrahim: (gurur komiser için) ama seni de sordu ha komiser abi. sarı: komiser abi? ibrahim: ya öyle bakma abi adam yardım etti bana. deme dedim anneme zeki'yi, demedi. hem adam şeymiş ya... yetimmiş. sarı: kıyamam yazık çağır da sevelim azıcık ha?

Sarı

kısacası kurguda sıçramalar yapalım, seyirciyi ters köşeye yatıralım derken senaristler ters köşe oluyor, dizi her ilerleyen bölümde biraz daha mantık çizgisini terk ediyor. şahsen bu kadar kaliteli bir yapımda bu kadar hayatın olağan akışına ters hadiseleri görmek üzüyor beni. yani şu konulara da bir rötuş çekseler mis olacak, elimizde fazla dizi yok zaten, bir el edelim senarist arkadaşlar. bugün nöbet nedeni ile televizyona maruz kalip varligindan haberdar oldugum dizi. herkes isi gucu birakmis bunu izliyor baktim bu ne olum dedim cift basli buzagi gormus gibi bakakaldilar. valla hic duymadim deyince 4 cocuk hapse dusup tecavuze ugruyor buyuyup intikam aliyorlar dediler. nasil dustuler hapse bisey calarken araba ellerinden kacmali bi durum mu dedim evet dediler tatli caldilar. simdi taslar yerine oturdu deyip isime dondum. bi de merak ettim simdi telif filan odendi mi ki buna? akıl oyunlarıyla bezenmiş senaryosu ve üst düzey oyunculuk performanslarıyla alanındaki en kaliteli dizi. dizi sizi içine öyle çekiyor ki reklam arasına kadar dış dünyada olup bitenleri algılayamıyorsunuz. müzikler de oldukça başarılı ve doğru sahnede doğru müzik kullanılıyor, özellikle gerilim dolu sahneler bu başarılı müziklerle insanı koltuğa yapıştırıyor. "ben bir tane avukatım" dedi ya ecevit, ben bir düşün bir düşün... sanki avukat pazarda armut gibi taneyle satılan bir şey. neden öyle demişler, demeselermiş, tanesiz avukat, "bir avukat" olan ecevit olamaz mıymış? nelere takıyorum, izlerken boş boş düşünüyorum. gittikçe içine çeken, içinde kaybolup gidilen dizi. sleepers dediniz dediniz ne oldu şimdi? yok araktı, yok esinlenmişlerdi derken dizi farkını hissettirmeye başladı. efsane olacak değil efsane oldu diyorum. keşke haftada 1-2 bölüm yayınlasalar. yüreğimi hezeyanlardan hezeyanlara sürüklediği gerekçesiyle bir süre konunun duygusallıktan uzaklaşıp acımasızlığa geçesiye kadar izlememe kararı aldığım yapıt. çok büyük şeyler kaybedeceğimi bile bile üstelik. ulan ağır geliyor, kaldıramamakta ısrar ediyorum, daha ne?

Emanet Lokantası

ecevit'e yazık dedirtmiştir. adam kime güvense altından bi'şey çıkıyo. belalı naim ayarı aldı eco'dan ama genetik miras beyin işte. eco zekayı nerden almış belli oldu. naim'in ne korkusu olacak irfandan. olan yine sarıyla şerife olacak ya dur bakalım. ciddi ciddi sarmış olan dizidir. korkulduğu gibi aşk üçgenine de dönmüyo olaylar. baya baya iyi gidiyolar, ibrahim yine yapacağını sonunda duyamıyorum oğlum ben diyerek* senaristin falan ciddi ciddi sözlüğü okuduğuna inanıyorum. ne yazıldıysa sanki ona göre ilerliyo dizi. ama gurur hakikaten yine ufak bi nokta daha verdi yetimim diyerek. bi şu cebrail gurur gazanfer üçlemesinin olayını da çözersek daha keyifli izlenilecek dizi. çok pis adam kekliyorlar bu dizide. ben zaten hemen yutarım böyle şeyleri hiç kuşkulanmam. işte bu dizide de aynı oluyor biri bi hikaye anlatıyor, öyle bi anlatıyor ki ağzım açık dinleyip vay be nidaları eşliğinde hop oturup hop kalkıyorum. ta 15 dakika sonra bi görüyoruz ki o olay hiç de öyle olmamış, gözümüzün içine baka baka bildiğin yazmışlar. sonra ben hadi be nidaları içinde hayal kırıklığına bağlıyorum. ters köşeyi de geçti bu başka bişey ya hadi bakalım. bi de yanlış anlaşılmasın sitem değil benimki, sevdiğimden takılıyorum.. gerek çekim kalitesi gerekse senaryosu ile son zamanların oldukça başarılı dizisi. oyunculuklar da çok iyi. özellikle başta irfan karakteri, belalı naim, bilal... kısacası bütün oyuncular rollerinin haklarını veriyorlar. flashbacklerin doğru kullanımı, ters köşeye yatırması, kamera açıları diziyi ayrıca zenginleştirmiş. amerikan dizilerini aratmıyor bu haliyle.

19 Nisan 2012 Perşembe

Kuşadası Demirdöküm Servisi

bir daha yemek yiyemeyeceğimden korkuyorum. itiraf edeyim ki bu akşam sırf bu yüzden ağladım. sinirlerim bozuldu. en son 1 aralık çarşamba sabahı diyabetik bir kahvaltı yaptım (kuş yemeği) o günden beri süt ve meyve suyundan başka soğuk çorba içtim o da pipetle :( ne vardı şimdi bi fındık, fıstık filan atabilseydim ağzıma...of. ** lisede öğle arasında sınıftan herkes çıkınca bütün çantalardaki kitapları boşaltıp birbirine karıştıran ve ilk dersi kaynatan bendim hocam. Kuşadası Demirdöküm Servisi balkondan üç metre ilerde ve dört-beş metre aşağıda sokak lambası var. geceleyin canım sıkıldığında, herkesin uyuduğundan emin olduğum zaman balkona çıkıp sokak lambasına tükürüyorum. yıllar içerisinde o kadar ustalaştım ki artık her attığımı tutturuyorum ve her tutturduğumda da hayvan gibi seviniyorum.

Kuşadası Vestel Servisi

çevremdeki insanlarla aynı frekansta değilim. sohbet ortamında genelde konuşulan konuya yabancı olduğumdan (konuyu bilmediğimden ya da bilsem de o konu hakkında daha önce düşünüp fikir üretmediğimden) sessiz kalıyorum ve bundan rahatsız oluyorum. ama rahatsız olmamın asıl nedeni ortamdan sıkılmam değil sessizliğimle göze batmam, ortamdaki insanları sıkmam. heralde freud bana bir lakap bulmuştur da ben bilmiyorumdur henüz. Kuşadası Vestel Servisi doğamda asosyallik var ama hiç asosyal olmaya fırsatım olmadı. dünyanın en başarılı insanlarla iletişimi kuvvetli taklidi yapabilen herifi benim heralde. asosyallere inanılmaz saygım var ve mümkün olduğunca ortamımdan uzaklaşıp onlarla sohbet etmeye ve onların güvenini kazanmaya çalışıyorum.

Kuşadası Siemens Servisi

cinsiyetimden (bkz: kadın) gayet memnunum ama bazen diyorum bu kadınlığın içerdiği bazı rollerden, duygulardan, durumlardan kurtulabilsem, daha neutral olabilsem sanki hayat daha kolay olacak. ya da bütün bunları dilediğim gibi ifade edebileceğim kişilerle birlikte olsam. Kuşadası Siemens Servisi bugun universite kampusunde bir olay oldu, utancimdan ne yapacagimi sasirdim. universite ogrencilerinin oturup konustugu basamaklardayiz, bir arkadasla sohbet ediyoruz. karsimizda da 3 adet asistan. asistanlar hakkinda dedikodu yapmaya basladik. o diyor "su nasil" ben diyorum "iyi degil", "bu nasil" "bu iyidir" gibi bir diyalog gidiyor. ama hani oyle pis yorumlar degil, alanlarindaki bilgileri ders vermeleri falan uzerine. sonra sira bu uc asistandan 3uncuye, x'e geldi. ben de dedim ki "o bir kere y yerine bizim derse geldi, y 3 ise o 5tir, 10 uzerinden. o da iyi degil ama ders daha iyi gecti." birkac saniye sonra, bir onumuzdeki basamakta ogrenci oldugunu zannettigimiz, iphone'unu kurcalayan y dondu arkasina "dedikodu yapmayin lan" dedi hafif siritarak. ben kamera karsisinda mala baglayan adam gibi kaldim orada. daha sonra telefonu calinca kosarak fakulteye dogru kactim, arkadasim da pesimden. isin kotusu, dediklerim de dogruydu, o da bunun farkindadir ve koymustur elemana, cok ayip oldu hakikaten.

Sen bilirsin

recep tayyip erdoğan bu ülkeye gökten zembille inmedi. bu halkın içinden çıktı. işte türk halkı şimdilik bu kadarını hak ediyor, boşuna götümüzü yırtmamıza gerek yok. nihat genç geçenlerde çok güzel bir laf etmişti "türk milleti başındaki kişinin pirupak olmasını istemez; kirli tarafı olacak, istediği kişi başa geçtiğinde kaçak katını yapacak, ihaleye girecek, kendi akrabasını işe sokacak, kaynakları dümen suyu alacak vs.".. bu ülkeyi batıran kişiler o aydın görünümlü soysuz köpeklerdir arkadaş. kendi doğruları vardır. bir sınır çizmiştir ve burası doğrudur demiştir. buraya gel, burada herşey çok güzel diye bağarırlar cahil halka. ulan pezevenkler ! bu işler millete denize donla girme diye bağırmayla olmuyor. giyersin ekose şortunu girersin halkın arasına, insanlara ayna olursun... işte bunu yapanlar gerçek kahramanlardır. insan önce kendi adamlığını sorgulamalı sonra başındaki adama köpürmeli. sen adam mısın ki başındaki adam olsun.. aydınlara sesleniyorum: doğruları biliyorsun, neden halkın içinde değilsin ? sizi gidi ekşi suratlı ibneler.. kendi atadığı cumhurbaşkanının ya da kendisinin verdiği davetlerde sen gel, eşin gelmesin manığıyla davetiye yollarken, eşinin gata'ya alınmamasına isyan eden başbakan. ideolojik kelimesine takmış durumdaki politikacı. kendisine karşı gerçekleşen her türlü protesto, eylem, karar vs. hep "ideolojikmiş". yani kısaca ben hep doğruları yapıyorum, bana karşı duran herkes yanlış (ideolojik) demek istiyor. grandiozitenin ağa babasını yaşıyor. buna rağmen demokrasinin yılmaz neferi denebiliyor ya kendisine ben bunu anlamıyorum. işsizlik biz geldiğimizde yüzde 10 düzeyindeydi şimdi yüzde 13 diyor millet alkışlıyor, işsizlik oranını düşürdük diyor millet yine alkışlıyor. bugün kesinlikle emin oldum başbakanı dinlemeye gidenler kesinlikle ne dediğini dinlemiyor. başbakan nefes aldığı anda, bir boşluk buldukları anda alkışlamak üzere kendilerini kaptırmışlar. tekel işçileri konusunda milletle resmen dalga geçiyor. dediğine göre tekel işçileri özelleştirme sonucu işsiz kalmamış. özelleştirme sonrasında devletin elinde kalan depolarda çalışan işçilermiş bunlar ve 2 yıl sonra bu depoları kapatma kararı almışlar işçilerde bu yüzden işsiz kalmış ama devlet bunlara el uzatıp 4/c'ye geçirmek istemiş. ey haşmetlum, padişahım, davos fatihim, neredeyse 2. peygamberim, recebim tayyibim erdoğanım. eğer tekel özelleştirilmeseydi o depolar kapanır mıydı? kapanmamış olsaydı bu işçiler işsiz kalırlar mıydı? bu nasıl kandırmacadır? buna laflara inananlar, alkışlayanlar nasıl bir ruh halindedir. bu ne biçim yönetimdir?

Veda

2 gündür her mikrofona peygamberliğin bittiğini yineliyor. anlamadım vala bu kadar çok dile getirmesinin anlamını. acaba içine atmış da "ah ulan bitmicekti ki o zaman..." die bir düşüncesi mi var. -bakın efendim o arkadaş cahil! daha peygamberlik müessesesinin son bulduğunu bilmiyor. +sizce de son buldu mu sayın başbakan? -buldu tabii, bulmicaktı ki o zaman allahın izniyle... *öhömm sayın başbakanım canlı yayındayız -buldu buldu, bulmaz mı hiç... ideoloji ve ideolojik kelimelerinin anlamları hakkında pek fikri olmadığını düşündüğüm politikacı. sürekli yanlış şekilde kullanıyor. tekel işçileri ile ilgili yapılan basın toplantısında sorulan sorulara; -türkiye'de özür dilemesi gereken bir parti varsa o da mhp'dir, başbakan'ın eşine haraket etmişlerdir. başı kapalı tüm insanlara hakaret etmişlerdir. demiştir. artık bunlar ne yapacaklarını şaşırdılar asdkasşd. tekel olm tekel. sömürmeyin artık dini. tekel. sömürmeyin cahilleri. tekel. çok mu cahil yoksa çok mu kurnaz bir türlü karar veremediğimdir. şu günlerde tekel işçileri ile atıp tutmakta, haklı bir demokratik tepkiyi yasadışı olmakla, gizli ajanda barındırmakla suçlayıp durmaktadır. daha da ileriye gidip tekel işçilerine destek verenlerin niyetinin kötü olduğunu, amaclarının hükümeti yıpratmak olduğunu ekliyor. bu görüşleri benim aklımı durduruyor. yani şimdi neresinden baksan bir gariplik. demokratik bir tepkiyi fazla bulup "hak ettiğimiz demokrasi dozunu" ayarlamaya yeltenmesi mi dersin, tekel işçisi olmadığı halde tekel işçilerine destek verenleri suçlamasını mı eleştirirsin, hükümeti eleştirmeyi bir suç olarak yaftalamasını mı diline dolarsın. insanın cidden aklı duruyor. şimdi anlamaya çalışıyorum. yani karşımızda kendisine, özellikle meclis dışından, yöneltilen her eleştiriyi bir suç olarak algılayan bir metabolizma var. bu yaklaşımının en büyük dayanak noktası hükümete sivil güçler dışında başka bir gücün müdahale etme/ediyor olma olasılığı. şimdi bu bir paranoya mıdır yoksa "ben bu konuda hassas görüneyim, önüme geleni bunla tuş ederim" gibi bir strateji midir bilemiyorum. cümlelerinde gizliden gizliye bir straji gibi kullandığını daha çok seziyorum şahsen. tekel işçileri satır arası cinlikleriyle ergenekonla bir anılmaya çalışılıyor. tabi bu iş başlığa adını veren şahsiyet tarafından alenen yapılmıyor; insanların böyle düşünmesini sağlayacak bazı kavramlar zihinlere bırakılıveriyor. erdoğanın bu herkesi yaftalama tutkusu o kadar ileri gidiyor ki tekel işçilerine destek veren stk'ları, dervişin fikri neyse zikri de odur misali, bu eylemden nemalanmakla suçluyor. bu noktada cidden aklım duruyor. yani bu, çok garip bir örnek biliyorum ama, hiv hastaları için kurulmuş bir derneğin hiv hastaları ile dayanışma içerisinde olması nedeniyle suçlanması kadar komik birşey gibi geliyor bana. diyeceğim şu ki, birileri, bilmez gibi görünen yada sahiden bilmeyen, erdoğana toplumsal dayanışma/sınıf mücadelesi gibi kavramları hatırlatmalı yada öğretmeli diye düşünüyorum. buna okuğu şiir nedeniyle hapse atılmasına, doğrudan hiçbir alakası olmamasına rağmen vicdani bir refleksle, karşı çıkan demokratik kalemler hatırlatılarak başlanabilir.

Darmadağın

dün "laf nasıl çarpıtılır" dersi verdi meclise. osman durmuş "akplilerden biri sana peygamber dio" dedi. başbakan kalktı, osman durmuş'u hedef alarak "peygamberlik silsilesinin bittiğini bilmiyor" dedi. ama erdoğan hazretleri, o lafı osman durmuş söylemediki. sadece hatırlattı. ardından lafı evirdi çevirdi türbana bağladı yine. iyi hatip ama sonuna doğru altını kısmak lazım. zira kızarırken bi anda yanacak...geçen gün ziyaret ettiğim bir paralel evrende futbolu bırakmamış, gol kralı falan olamamış, ama gitmiş fenerbahçe'nin teknik direktörü olmuş futbol adamı. bir kupa maçına denk geldim, saha kenarından hakeme söyleniyordu. hatta gel buraya gel gel, nörüyon sen gibi hareketler yapmaktaydı. hemen ardından hakem sinirlendi, tribüne göndermek istedi tayyipciğimi. buna aldığı cevap sert oldu: "ananı da al git burdan." sonra paltosunun yakasını kaldırıp soyunma odasına gitti. basın toplantısında akşam namazını kılmaya aşağı indiğini belirtmiş. sonraki haftaiçi şampiyonlar ligi karşılaşmasında barcelona'ya konuk oldu kendileri. guardiola'yla messi'nin ortak düzenledikleri maç sonrası basın toplantısında seyirciler arasına sızmış, "one minute, one minute" diyerek söze girdi, guardiola'ya "siz gol atmasını iyi bilirsiniz" dedikten sonra "daha da gelmem barcelona'ya" diyerek uzadı. ardından kulüp yönetimi bir açıklamayla o konuşan kişinin teknik direktörleri olmadığını, zaten olayda çeviri hatası olduğunu belirtti, inanan olmadı. sonrasında kulüp kendisiyle yollarını ayırmaya karar verdi. "beni siz teknik adam yapmadınız, siz gönderemezsiniz" dediği yönetim kurulu kendisini sopayla kovalamış. halen daha antrenman sahası civarında gezindiği söyleniyordu ben dönüş yolculuğuma başlarken.iki gündür yaptığı konuşmalarla yeni dönem izleyeceği taktiğin ipuçlarını verdi. karısına 3 sene önce bir askeri hastanede yapılmayan ancak yapılacakmış gibi olan ayıbı hatırlaması tesadüf değilmiş. nasıl bir siyasetse bunlarınki, 16 yıldır yerel yönetimlerde, 8 yıldır merkezi yönetimde iktidarda olan adamlar hala vıcık vıcık bir mağduriyet edebiyatı üzerinden siyaset yapıyor: "beni üniversiteye almadılar, eşimin gözyaşları, çocuklarım amerika'da okumak zorunda kaldılar...." bu saatten sonra sizin tek mağduriyetiniz yediklerinizi sindirememeniz dolayısıyla çekeceğiniz mide sancısıdır. eğer bir gün bu ülkede sokakta rastgele 100 insana "genelkurmay başkanını tanıyor musun, adı sanı nedir? diye sorulsa ve tamamına yakınından "tanımıyoruz, tanımamız da gerekmiyor" cevabı gelirse işte o zaman değerini hala anlamayan embesiller bile anlayacak ki büyük ve dürüst insandır.

Çok Geç

bu ülkenin çiftçisi ne zamandır hakkını aramaktan vazgeçmiş zaten, anasını alıp nereye gitsin kara kara düşünüyor. bu ülkenin genci işsiz. doktora mezunu da, doğru düzgün okuyup yazamayanı da işsiz... ama türkiye genç nüfus oranıyla avrupanın zirvesinde, gerisi detay, suyu bulandırmayalım. biri kafasını mı kaldırdı, soru sorma densizliğinde mi bulundu? tık içeri, çürüsün cezaevinde. dava dosyasını hazırlayana kadar kim bilir kaç ay geçer... sonrasında beraat kararı çıksa ne olur, çıkmasa kim takar? tüm bunların ertesinde elimizde kalan bir kamyon dolusu bahane... o da uymazsa göz dağı seçeneğimiz mevcut. devletin kurumunu özelleştir, açıkta kalan işçini sokaklarda süründür, sonra da anlaşma şartlarını kabul etmeye yanaşmayınca "türkiye'de o maaşa çalışacak milyonlarca işsiz var." haklısın efendi, bu ülkede milyonlarca işsiz var. o maaşa gözünü kırpmadan, haftalardır o işkenceyi çeken tekel işçilerinin hakkını yediğini bile bile o maaşı kabul edecek kadar aç, çaresiz bir dolu insan var. var da, bu kimin suçudur biri bir zahmet anlatıversin bana. yedi sene olmuş dile kolay. abartısız bir saattir düşünüyorum da, türkiye cumhuriyeti başbakanının çıkıp bir kez olsun "yanlış karar verdik, uygulamada hata yaptık, zamanlama kötüydü. sorumluluğumuzun farkındayız, telafisi için gerekeni yapacağız." dediğini hatırlayamadım. tanıyan bilir, hafızam iki para etmez çoğu zaman. hatırlatan olursa başım gözüm üstüne. hükümet bir kurum, başbakan da bu kurumun başındaki kişi. yedi yıldır yetmiş milyonu yönetiyor bu kurum ve bir tek sefer olsun hata yapmamış. yöneltilen eleştirilerin hepsi, istisnasız alayı iftira, provakasyon, karanlık hesaplar, çekememe, hırs, bazen de dinsizlik tabi. el insaf be. nereye uzansam dallanıp budaklanıyor, nereden tutsam elimde kalıyor. iki yakasını bir araya getiremedim entrynin, bari sonunu bağlayayım daha da dağılmasın. başbakan gerçeği tüm çıplaklığıyla gözümüzün önüne sermiştir son demeciyle. tamamen haklıdır. bu ülke yol geçen hanı değildir. eskidendi o. şu anda bildiğiniz dingonun ahırı.

Sen eşittir ben

gün geçmiyor ki kendisi yeni bir siyasi mizah hikayesine konu olmasın veya bu ortaya çıkmasın. hayır, özellikle mi yapıyor bunu anlayabilene aşk olsun. buyurunuz: başbakan erdoğan, bulgaristan başbakanı boyko borisov’la düzenlediği ortak basın toplantısında yerini alıyor. bir not yazıp oradaki görevliye veriyor. görevli “doğalgaz zammını sorsunlar” yazılı notu başbakan’ın işaret ettiği gazeteciye iletiyor. gazeteci bu notun borisov’dan geldiğini sanıyor. ona soruyor: “sayın borisov türkiye’ye sattığınız doğalgaza zam yapacak mısınız?” bulgar başbakan şaşkına dönüyor, çünkü türkiye’ye doğalgaz falan satmıyorlar. tayyip erdoğan hemen devreye giriyor, “soru yanlış yere soruldu” diyor. soruya kendisi yanıt veriyor. yanıtı merak eden olduğunu sannetmiyorum. dogalgaz zamları ile ilgili açıklama yaparken "gücü olan yakacak..." dedi 212 alışveriş merkezini açarken "mahallearası esnaf devri kapandı, bakkallar kendi başına çaresine bakacak..." dedi, benzer o kadar çok mevzuu var ki, işçiler hakkında, çiftçiler, memurlar, doktorlar, eczacılar hakkında... hani şu meşhur tavuk yumurta paradoksundaki horoz gibi; sormuşlar horoza tavuk mu yumurtadan çıkar? yoksa yumurta mı tavuktan? demiş ya! "ben sikerim arkadaş, polemiğe girmem" diye en bildik, en mide bulandırıcı tüccar söylemlerini tekel işçilerine karşı kullanıyor: "dışarıda o paraya çalışacak bir sürü işsiz var." tekel direnişini gayrı meşru ilan ediyor. artık yandaş basından ve özel yetkili savcılardan çılgın senaryolar bekleyebiliriz. "bu artık masum bir hak arama eylemi değil ak parti iktidarına karşı bir senaryodur." ultimatom veriyor, tehdit ediyor: "bu eylem yasadışı bir eylemdir, bu ay sonuna kadar bekleriz sonra yasal olanı yaparız."

Toygar Işıklı

gençlere sorsanız bütün yabancı müzik listelerini bilirler; ama tarihimizden üç besteciyiz bilmezler diyerek toplumun kanayan yarasına parmak basmış yürütme organının şoförü. ben bunun nedenini izah edeyim efendim. sorsanız çoğu bilmez gerçekten çünkü sbs1-sbs2-sbs-3,öss,kpss gençler dershane ticarethanesinden çıkmıyor ondan. sistemin bu yanlışlığı birçok doğruyu götürecek kudrette. bu kapalı yapılarda duraklama dönemi padişahı 1. ahmet in şehzadelere uyguladığı kafes usulü uygulanmaktadır kanımca. gençler üç bestekarı bilmezler belki ama eminim ki hepsi bu topraklar için toprağa düşmüş askerlere, şehitlere "kelle" denmeyeceğini çok iyi bilirler. gün ortası bülteniyle karşınızda olduk. mutlu günler... darbe korkusuyla yaşayan başbakan. evet açık ve net darbe korkusuyla yaşıyor. son dönemlerde ''kurumlarımızın arasında çatışma yok, biz demokrasiyle milletimizden aldığımız yetkiyle geldik, milletimiz isterse gideriz. başım gözüm üstüne.'' tarzı beyanatları hem içerisinde bir darbe korkusu yaşadığını ve iyi çevreyle iyi, kötü çevreyle kötü işler yapabilen biri olmasından mütevellit, iç politika konusunda çözemediği bazı sorunların akabininde doğru orantılı bir suçluluk psikolojisi değil midir? yukarıda beyan ettiğim tırnak içerisindeki cümleler, ''biz'' yani birinci çoğul şahıstır. ama nitekim önceki hükümet ve hükümet başkanlarına göre, her olgunun, her olayın, kendisinde neticelenmesi ve hep bazı konularda bitirici vuruşları kendisinin yapması, benim tezimin haklılığı ve kendisinin yorulduğunun en basit ispatıdır. öte yandan, sapla samanı öyle bir biçimde karıştırdı ki, pozitif anlamda altından kalkamayacağını anlayınca ''genelkurmay başkanıyla paslaşıyoruz'' tarzı ifadeler vermeye başladı. zihnindeki düşüncenin bir somut örneği olarak da, anayasayı değiştirmek istiyor. kardeşim, sen sekiz yıldır iktidar değil misin? neden daha önce böyle bir söylemin olmadı? bak seçimler de iyice yaklaştı. cevap çok basit. türkiye de iktidarların siyasi düşünceye göre değil, parti genel başkanlarına göre endekslendiğini çok iyi bilmekte. turgut özal'ın anavatan partisi gibi kendi partisi de, aynı kaderi yaşayacak. bundan mütevellit de, bir an önce anayasayı kendi hissiyatı doğrultusunda yineleyip, cumhurbaşkanı olabilsin. beş yılda orada otursun, hazırladığı anayasa üzerindeki kanunlar kendisinin onayına sunulsun, bol bol abdullah gül gibi, arap ülkelerine emine hanımla çokca ziyaret edebilsin. daha sonra, çoluk çoçuğuyla, torun torbasıyla mutlu keyifli bir hayat sürsün. hayat ne kadar acımasız lan?

18 Nisan 2012 Çarşamba

Kuşadası Beko Servisi

yegeninin 50 kilo esrar ile yakalanmasinin ardindan "geregi yapilsin demesi on plana cikarilan basbakan. 50 kilogram esrar aksam alem yapilacak bir miktardan fazla, evde zulaya atilacak bir miktardan da fazla. demek ki bu yegen acik acik yasak bir maddenin ticaretinde bir halka. bir basbakanin ailesi uyasak bir madde ticaretinden para yiyor. esas onemli olan budur. yeğeni 50 kilo esrarla yakalanınca "hesap görmek, hesap etmekten zordur yeğenim" diyen başbakandır. Kuşadası Beko Servisi yeğeni 50 kilo esrarla yakalanınca "değişmek zordur yeğenim... ama bazen, aynı adam olmak daha zordur hayat öyle yüklenir ki üstüne, durduğun yerde çatır çatır çatırdarsın" diyen başbakandır. yeğeni 50 kilo esrarla yakalanınca "bazen hayat seni öyle zorlar ki yeğenim yolun başında kimdin…. unutursun" diyen başbakandır. yeğeni 50 kilo esrarla yakalanınca "zorunu benden duy yeğenim" diyen başbakandır. yeğeni 50 kilo esrarla yakalanınca "kaderimiz olan aşka değil de aşkıyla kaderimizi değiştirene içelim!” diyen başbakandır.

Kuşadası Arçelik Servisi

neden basbakan'a fikrini soruyorlar anlamiyorum. 50 kilo esrarla yakalanan kisi kendisinin yegeni oldugu icin mi? peki sayin basbakanin sulalesindeki herhangi bir kisi bir suca karissa polis/savci hemen basbakan'a sorucak mi 'ne yapalim sayin basbakanim?' diye? zaten polisin/savcinin yapmasi gereken belli degil mi? neden bir de basbakan'a sorulma geregi duyuluyor? tekrar soruyorum yegeni oldugu icin mi? Kuşadası Arçelik Servisi ayrica 'geregini yapin' kadar muallak bir laf var mi? 'geregi' ne demek? ellemeyin mi? dokunmayin mi? atin iceri mi?, surunsun mu? icerde sirti pek karni tok olsun mu? uc aya kadar ciksin mi icerden? geregi nedir sayin basbakan? tam olarak ne yapilmasini buyuruyorsunuz acik soyleyin?

Çeşme Bosch Servisi

50 kilo esrarla yakalanmış yeğeninin tavrını da merak ettiğim başbakan. nasıl olmuştur bu iş onu çok merak ediyorum. üzerinde 50 kilo esrarla yakalanınca polislere "siz benim kim olduğumu biliyor musunuz bakiim" mi demiştir? eğer böyle yapmışsa bu nasıl bir aymazlıktır arkadaş. yemin ediyorum ben böyle bir rezillik yapsam da bir akrabam siyasetçi olsa, değil adını vermek, gizlerim lan kendimi. isim benzerliği falan derdim. o değil de, başbakanın "gereğini yapın" dediğini öğrendiğinde ne biçim göt olmuştur ama. yeğeni 50 kg uyuşturucu ile yakalanmış ve korumayıp “gereğini yapın” demiş.. bak sen, nasıl, ne büyük marifet ya, işte türkiye cumhuriyeti başbakanı budur abi, helal sana bee.. allah seni başımızdan eksik etmesin, supaneke dinimiz amin. Çeşme Bosch Servisi yeğeninin üzerinde 50 kg esrar yakalanan başbakandır. tekel işçilerinin bedduasını aldığından olsa gerektir. tütün - ot falan bağlantıyı siz kurun artık. şubat sonunda tekel işçileri hala hakkını aramak için sokaktaysa işin içine şiddetin bir kez daha alenen gireceğini kendisini ziyaret eden kadın işçilere açıklamış kişi. yeğeni de 50 kilo esrarla yakalanmış.

Anatolia

entry yazmaya üşendiğim zamanlar olabiliyor. günlerdir aklımda entryler var ve hatta bir kısmı belirli bir zaman içinde yazılmazsa bir anlam ifade etmeyecek.. ama üşeniyorum ya, valla.. hava sıcak, iş güç filan.. bak bunu yazabildim.. hala yaşam belirtisi gösterebiliyorum demek ki, neyse bak bu iyi bi'şey ehue bazen önemli bir müşteriyle toplantıya gittiğimizde şu an masanın üstüne çıkıp oynasam ya da adama bi anda küfür etmeye başlasam noolur lan acaba diye düşünmekten kimseyi dinleyemiyorum. beni asıl korkutan bir gün bu saplantıya yenik düşmek. gene benzer bir durumu araba kullanırken yaşıyorum bu hızla giderken sol ayağımla frene abansam ne olur acaba ya? itiraf lafının sözüm ona gerçekçi özeleştiri tınısına sahip olmasından faydalanıp insaların karizmatik görünmek için kıçlarını yırttıklarını seziyorum. itirafını sözlük diye bitirenlerin büyük çoğunluğunun kadın olduğunu tahmin ediyorum. "sözlük"e kişilik atayan insanların sosyal zekalarının kısıtlı olduğundan neredeyse eminim. hamileler, new york'ta gezmeler (tabi caddeye de tükürüyor beyefendi/hanfendi) implicit olarak ha bire "laf aramızda aha bunu da yaptım ben" mesajı kaygısıyla yazılıyor diye seziyorum. bir de, neden ufak beyinleriyle insanların başkalarını ahmak yerine koymayı bu kadar kolay sandıklarını anlamıyorum. anladım. bryan adams'i sevmiyorum. turkiye'deki ilk stadyum konseri olan 28 temmuz 1992 bryan adams istanbul konserine annemin nereden ve nasil buldugunu hatirlamadigim bir davetiye ile gitmistim. her ne kadar saha icinden seyretmek istesem de konserlerde yasanabilecekleri ancak televizyondan ya da dergilerden takip emisligin korkusu ile inonu stadinin kapali tribununde izlemistim konseri. turkiye'nin ve benim ilk stadyum konserinde bryan adams'in bis yaptigini hatirlamadigim ve hatta o zamanlar bisin ne oldugunu bilmedigimden 25 haziran 1993 metallica istanbul konserinden erken ciktim. stadi terk edip swissotel'in o yokusunu cikarken tekrar calmaya basladiklarinda cok uzuldum. uzgunum metallica.

her yaşın güzelliği var

çok dertliyim... bu saatte bir şişe şarabı bitirdim, önümde yapılacak bir sürü iş var... terk edildim... berbatım be sözlük!! onun hazırladığı cd'yi dinleyip dinleyip ağlıyorum. onunla konuşurken gülmeye çalıştım (arada bir de ağladım ama onu üzmemek için sıktım dişimi, sıkabildiğim kadar)... benim kötü olmamı istemiyormuş (bu konu da eminim ama nasıl olmayım? dört sene geçirdik beraber) ... şimdi kendi kendimi telkin etmeye çalışıyorum sakin ol, geçecek, atlatacağım, güçlüyüm. ne fark ettim biliyor musun sözlük; hiç de güçlü değilim. yorgunum, acı çekiyorum...öğlen arasında yemeğe çıkıyorum ayağına yakın olan evime gidiyorum, kedilerimle oynayıp, ekmek arası bir şeyler yiyip, saat dolunca kös kös ofise dönüyorum. ekşi itiraf olmadan geçen yıllarıma acıyorum. hastası oldum, gıybetçi oldum, kenan erçetingöz, bir de diğer kırçıl sakallı olan, hah aykut ışıklar gibi oldum. öyle hissediyorum, rontçu beşirden beterim. eğer kapanırsa kendi kendimi uçururum. balonlardan korkuyorum amk, hem de ölümüne tırsıyorum. açık havada hadi uzaklaşabiliyorsun bu şeytan icadından ama kapalı bir yerde ne yapacaksın, ödüm bkuma karışıyor şerefsizim. misal bir minibüse binmişim, arka koltukta (sağ pencere yanı tabi ki) yerime geçmişim, yanım da boş ve tam hareket edecekken bir fren, açılan kapı ve içeriye adım atan bir şahıs ile onun ufak çocuğu. durduralım burada. biraz geri. hah evet. dur. evet minibüs sakinlerinin yüzlerindeki, arabanın kinetik enerjisinin kesilmesinden ve bunun yol açacağı gecikmeden gayrı hissedilen ekşimtrak ifadeyi yakalıyorsunuz, güzel, fakat dikkatinizi arka tarafta oturan benim yüzüme vermenizi rica ediyorum mümkünse. gözlerdeki faltaşı-mod'a ramak kalma anını ve ağzın da bir çeşit inanmazlık, isyan ile açılmaya başladığını gördünüz. işte şimdi lütfen içeri neşeyle binip hiç vakit kaybetmeden arkaya, benim yanıma doğru dörtnala uçarcasına gelen o gamsız çocuğa ve elinde tuttuğu şeye bakalım. evet bir adet mavi balon.. işte bu bakmakta olduğunuz enstantane, benim bütün yaşama zevkimi anında sömüren anlardan biridir. neden? çünkü o balon hava ile doludur, basınçlıdır, gergindir. o neşeli çocuğun elleri ayakları da neşesinden dolayı sürekli bir deplasman halindedir. ve dolayısıyla o balon, benim yüzüme, kulağıma yakın yerlerde inadına fingirdemektedir. en önemli nokta da, o balonda "patlama" özelliği vardır. benim de önümde her saniyesi ızdırap içinde geçecek 15 dakikalık yol... "korkuyla irite halindeyken bekleyişte olma" şu yaşamımızdaki belki de en feci histir. schindler's list'deki, 1 dakikada kapı mandalı yapan o fabrika işçisi adamın sahnesini hatırlıyor musunuz? ya da unutanınız var mı diyeyim. hah, işte o minibüste balonla yakın temastayken benim hissettiklerim de bu kategoride bir şey diyebiliriz. fakat o çocuğun umrunda mıdır? değildir tabi. velet pek tabi ki kendi dalgasındadır. hatta o balonun sapını tutmak da yetmez bazen, arada bir avuçlar, "viyurrrr, gaccrrrr, ciyuirrtt" gibi sesler çıkartarak ömrümden abartısız 5 sene götürecek atraksiyonlara da itinayla imza atar. "aha bu sefer valla patladı amk!", "allaaaaah ilerde kasis var!", "keşke poğaça almak için o dükkana girmeseydim, şimdi rahat rahat öbür minibüsteydim" gibi düşüncelerle bir piyano teli kadar gerginken bir de bakarım, durağa gelmişim. rekor denecek bir sürede o korku minibüsünden iner ve arkama bakmadan uzaklaşırken, mavi balonlu çocuktan başlayıp o balonu şişiren adamın gırtlağına dek dümdüz giderim, kimse tutamaz beni. kısacası herkesin sevgilisi, idmanların neşe kaynağı olan balonla yanıma uğramayın abi. şişirecek, hoplatıp patlatacak başka bir şey bulun gelin.*

Laylalalay

ne zaman oscar de la renta dendiğini duysam (gay olmadığım icin sosyal ortamımda pek duymuyorum ama oscar sırasında tv de falan) aklıma hep kel kafalı sol kanattan iyi bindirmeleri olan yeri geldiğinde forvet oynayabilecek, gabriel heinze kadar çamur futbol oynayan bir hırpan geliyor, ve onun soldan içeri katederek çektiği şut. acı kısmı şu, bunun neden böyle olduğunu ancak 2 gün önce ivan de la pena'nın adı geçtiğinde (fm muhabbeti) çözebildim. tamamen istediğim gibi bir hayat yaşamama, istediğim her şeye sahip olmama, bu olay dışında inanılmaz mutlu olacağımı bilmeme rağmen şu an mutsuzluktan ve huzursuzluktan kıvranıyorum. bu olayı bir atlatırsam herkeşe benden çay! bazen o kadar işim olmuyor ya da işten ogadder kaytarıyorum ki, aniden patron içeri bi giriyor, hemen telefonu alıp evi arıyorum, telesekretere mesaj bırakabilenlerden oluyorum sırf bu iş uğruna. akşam eve gidince bir de dinlemesi çok zevkli oluyor. hilal cebeci'nin ipe ipe isimli şarkısını yaklaşık on beş dakikadır loop'a almış tekrar tekrar ve mırlıdanarak söyleyen iş arkadaşımın bilgisayarındaki ses devrelerini söktüm. sökücem yani. mesai sonrası editi: söktüm. mail yazışmaları patrona düştüğü için, çok boşsam göze batmiyim diye antirik isimlerle mail adresleri açıp kendimden teklif isteyip, kendime teklif geçmişliğim var. ilk bilgisayar aldığımda fifa 96 piyasadaydı ve ben de ilk iş olarak onu almıştım. takımları seçerken klavyede sağa veya sola basarız ya, ben onu ilk önce anlayamamıştım ve ilk 2 hafta maçları hiç bir yere basmadığım için bilgisayar oynuyordu. ben sadece mouseu oynatıp duruyordum. işin garibi ben kendim oynuyorum zannediyordum ama bilgisayarın hangi takımı seçtiğimi nasıl anladığını bir türlü anlayamamıştım. iyi bir bilgisayar aldığım için de mutlu olmuştum. 2 hafta sonra takım seçebilmeyi öğrenmemle maçları kendim oynamaya başlayabildim. ama bunda da bir sorun vardı, klavyeyi sadece yazı yazmak için kullanabileceğimi düşündüğümden maçları mouse ile oynuyordum. ilk golümü oynamaya başladıktan yaklaşık 1 ay sonra attım ilk maçımı da yaz tatilim bittiğinde yani 3 ay sonra kazanabilmiştim. şimdi her pes oynadığımızda büyük bir gururla takımımı seçer, bunu çok iyi yapabildiğimi arkadaşlarıma hissettiririm. sonuçta insanlar nereden geldiklerini unutmamalı di mi? kimileri yüz kızartaran itiraflardır. dün kız arkadaşımı yakın bir arkadaşıyla aldattım, hem de gözümü bile kırpmadan. bilmiyorum, aldatmam gibi gelmişti ama oldu işte bi kere. önce önemli bir şey konuşmak istediğini ama kız arkadaşımın haberi olmaması gerektiğini söyledi. merak ettim, evime çağırdım. içinde herhangi önemli bir şey olmayan uzun sohbetin ardından ikram ettiğim vodkanın da etkisiyle bana bakışları değişmeye başlamıştı. ve belki de aklımdan geçecek son şeyi yaptı, usulca yaklaştı ve beni öptü... masum bir öpücük tutkulu bir öpücüğe, o da ateşli bir sevişmeye dönüştü... inanın ben bile olanlara inanamıyorum desem de inanmayın ama; çünkü ekşi sözlükteki yazılarımı takip ettiğini bildiğim kız arkadaşım bu paragrafın sonuna daha gelemeden küplere binecek ve telefona sarılacak biliyorum. nasıl inandın ama keriz sevgilim ehehehe!

Bana bir masal anlat baba

öncelikle en taze olarak, sonisphere'de en sonda sofya konserindeki gibi bir topluca big 4 çıkışı ile am i evil çalınarak bitmeyince hırstan, unirock'ta amorphis the smoke'a habersiz apansızca girip de idrak ettiğim saniyede sevinçten, gene unirock'ta korpiklaani vokali jon gerçekten mutlu suratıyla "mutlu musunuz? işte önemli olan sadece bu." içerikli konuşmasını yapınca "evet lan!" diye mutluluktan, ağladım. ..böle hüngür faşırt değil ama çaktırmamaya da çalışarak, terimi silermiş gibi felan triplerle.. burnum yanıo böle önce fırk fırk ediom önce sora yaşlar süzülüyor istemsiz. sanırım haala çok gazlıyım. seviyorum ama nabayım. bide bazı black metal gruplarını dinlerken resmen kendimden geçiyorum, misal enslaved, mayhem'in chimera ve tabii mysteriis* ve bu benzerde şeyler dinleyince ortaokuldaki halim kadar gazlı oluyorum, kendimden geçiyorum.. sympathy for the devil tribi sanırsam. ha bide wow* olmasaydı delirirdim sanırım, 4 senelik kız arkadaşımdan ayrıldıktan sonra beni buna bulaştıran eski gitaristim herdaim dostum şaane arkadaşım sayesinde kafayı kanalize ettim bu oyuna ve üstüne bir 4 sene daha geçti askerdeyken bile oynadım türlü tehlikeleri göze alıp velhasıl iyi ki bulaşmışım diyorum, haala daha çatır çutur wowluyorum, daily hc yapmassam strese falan giriyorum. ama aşmaya çalışıyorum bunları, sallıyorum özellikle, içimde bir ukte kalıyor böle "lan gitti frostlar lan" diye.. ama bi ara 4 tane 80'imin weekly, voa10, voa25, icc10, icc25'lerinin olduğu bir chart çıkarıp her hafta ona göre oynayıp o chartı fullemeye kasıodum. yapıyodum da bunu ilginçtir. yapmıom artık sallıom, daha çok böle canım ne isterse onu yapıorum alt falan kasıom. çok bayarsam açıom pes'de 2 maç çeviriom felan, onda da strese girmiyim diye sondan bi önceki zorluk seviyesine getirdim master league'de. sinirim bozulmasın diye sırf.. fazla kolay gelmeye başlayıp 10-0 skor görünce onda da seviyeyi yükselticem. pes6'dan beri böle yabiorum zaten. bide şu var ki salak insanlara salaklıklarıyla mallıklarıyla başına bişi gelmiş kişilere üzülemiyorum. çok öküzüm bu konuda. haketmiş diyorum direk. kendime olursa kendme de hakkettin bunu diyorum ama, adilim gayet. eski sevgili demeden olmaz bide, sanırım haala eski sevgilime zaafım var.. yuh lan seneler oldu ne zaafı amk diyorum. ama ondan öncekilere bile belli oranda var.. çok garip. hiç deneyimleyemedim o kadar dejenere olamadım, aceba niyeti bozup içine girebilsem, sokim romantizmine, ne faydasını gördük ki? diyip baksam şöle, fuckbuddy kurumu yaygınlaşsa acaba ya da şimdiye kadar tamah etmediğim ruslara mı başvursam? aynen bunu yapanlar gibi dejeneresyonun dibine vursak geçer mi diyorum, ya da hadi aynı kalalım da "aha bak bu kızla olur gibi" dediğim tiplere acık daha odaklansam felan mı aceba diyorum. ama sora uraşamıyorum.. hem çok yannızım hem de çok üşeniyorum uraşmaya falan. sosyal de oluyorum ama biyere kadar beaaabi... (sıkıyodu be abi) eski sevgili de demişken.. ilkokul aşkımın soyadını hatırlayamıyorum haala, senelerdir kafamı kemiren bir arka plan düşüncesi. süper tesadüfler zinciri bir olay olmazsa da böle gider sanırsam. merak ediorum noldu naptı boştaysa takılalım güzel olmuşsa falan huhe ha bide sakal bıraktım böle hepsini birden tek nedeni traş olmayı sevmior oluşumdur. şekli felan umrum değil uzasın amk şekle koim süper rahat. oh iyi kustum, saol sözlük <3 edit: bazı şeyleri yanlış anlatmışım, iğrenç olmuş, düzelttim demek istediğim şekilde. haklısın sözlük, yerin dibine layıktı önceki hali. özürs mujukzs :\

Sevda Çiçeği

kendimden çok utanıyorum şu anda sözlük. kamıkaze'de kustum lan! 3 parti gondol'un ardından kız arkadaşıma hava olsun diye 2 partide kamıkaze yapınca ve bütün bunları yapmadan evvel 2 tane yumurta indirdiğim midem daha fazla dayanamadı. 2. kamıkaze seferinde çok uğraşmama rağmen kustum. hemde küfür ede ede. neyse ki kız arkadaşım anlamıyordu ona ettiğim küfürleri. ve sanırım biz ayrıldık. kamıkaze yüzünden ayrılan ilk çift biziz, değil mi? serdar ortac'in neredeyse tüm sarkilarini seviyorum. ikili iliskilerimde o kadar berbatim ki burada bile itiraf edemem. okulumun ne kadar boktan devam ettigini sadece 1 kisi biliyor ve bu durum en fazla onunla olan durumumu olumsuz etkiliyor sanirim; ama eminde degilim. fallardaki ask, egitim, is, para, saglik gibi beslemelerin, dördüde eksi (-) olan tek insan benim gibi geliyor. hayat oyununu oynayamiyorum gibi geliyor artik. adam haklı beyler klişesi ağzımdan düşmüyor. lanet olsun! bulunduğum bir iş yerinde müşteri servisin geç kaldığına dair isyan edip şikayette bulunuyor... çalışanlar müşteriye neden geç kaldığına dair savunma yapmaya çalışırken araya girip, iş verenin yanında adam haklı beyler diyorum. ayıp oldu vallahi ayıp oldu. sana ne? ha, sana ne? teyyallam. sözlükte dahi hakkında çok olumlu yorumlar bulunan ve dışarıdan bakıldığında çalışan memnuniyetinin baya yüksek olduğu söylenen işyerimden nefret ediyorum. ayrıca burada yaptığım işi de hiç sevmiyorum. yüksek lisansı da henüz bitirdiğimden askere kadar idare etmeye çalışıyorum işte hepsi bu. evde eski model anakart, ram, işlemci bolluğu var. ayda bir iki kere bilgisayarı yeniden topluyorum, hata mesajlarıyla, driverlarla uğraşmak hoşuma gidiyor. entry içinde espri yapmış yazarın, entrynin sonunda o espriyi açıklamasına kıl oluyorum. arkadaş açıklama yapma bırak anlayan anlasın anlamayan anlamasın. açıkça söyleyeyim gördüğüm yerde dayıyorum kutsalı dayıyorum kutsalı. böyle, poz verirken kafasıını abidik kubidik yatıran tiplere bir kez sinir oluyorum, o pozu verdikten hemen sonra koşarak makinaya ilerleyip pozu görmek istemelerine iki, tüm bunlardan sonra yakışıklı/güzelim diye kendine avutanlara üç kez sinir oluyorum. toplamda 6 sinirim var ve gerçekten birilerinin canını yakmak istiyorum. sevgilerle. spor salonuna hepinizi sikmeye geldik şeklinde girenlerin kafasına bilerek dambıl düşürmek istiyorum.bu senin için de geçerli orta yerde tşörtünü çıkartan herkül çakması

Bu böyle

beni penelope cruz'a benzeten insanlara bayılıyorum.onları ömür boyu yanımda dolaştırmak, bir dürtüklememle herkesin önünde tekrar benzetmelerini istiyorum. hayatımın itirafında bulundum şu an, çünkü hep penelope cruz çok da güzel değil derdim.çok utanıyorum. itirafların arasına kaçan methiyeleri ayıklayabildiğin sürece itiraflar. mesela şimdi "32 santimlik bamya gibi bir çüküm var ve çok utanıyorum." diye itirafta bulunan bi denyoyu samimi bulma aptallığına da düşmeyelim di mi? civcivler de yesin. üst düzeyde kola ve sigara bağımlısıyım. ha bir de eskiden havuza tramplenden ters balıklama atlayabiliyordum. geçen yaz denedim şaftım kaydı. artık atlayamasam bile yine de herkese süper atlarım diyorum. gerçekleşip gerçekleşemeyeceği ihtimallerinden bağımsız olarak çok fazla hayal kuruyorum sonra o hayal her ne niteliğe sahip olursa olsun elde var zaten sıfırdan yola çıkarak gerçekleşmeyeceğine kendimi inandırıyorum ama yine de o küçük gerçekleşebilme ihtimalini her zaman taşıyorum. işte bu çok aptalca, çelişkili ve zor. düzen ve listeleme konusunda takıntılıyım, işime yaramicakta olsa aldığım her ıvır zıvırın tüm özellik ve fonksiyonlarını bilip kullanabilmem lazım! işte o zaman huzuru bulup, nirvanaya erişiyorum.

17 Nisan 2012 Salı

Çeşme Profilo Servisi

daha önce seyretmemiş 2 arkadaşımla beraber into the wild izledim. arkadaşlar gidince de oturup üstüne 127 hours izledim. tatilleri memlekette geçiriyorum. tatilin büyük çoğunluğu sık ormanlarla kaplı sıradağ anlamına gelip, kırklareli civarında genellikle vize taraflarını anlatmak için kullanılan balkanlarda avcılık, balıkçılık yaparak geçiyor. ciddi ciddi tırsmaya başladım bu gece bu hobilerden. hayatım boyunca, kimseyle paylaşmadığım sırlar taşıyorum içimde. bazen bu sırlarımı hiç kimseyle paylaşamadan ölüp gitmek istemediğimi düşünüyorum. ama paylaştığım zamanda çok savunmasız ve zaafları olan birine dönüşmekten korkuyorum. o içimdeki gizli dünyaya... kimse ulaşamayacak ve bu şekilde sırlarımla yok olup gidicem sanırım. Çeşme Profilo Servisi 2 gün önce yediğim yemekten o kadar nefret ettim ki iki gündür hiçbir şey yemedim ve sadece su içiyorum. iştahımın bir an önce açılması dileğiyle. o kadar arkadaşsızım ki, normalde insanların arkadaşlarına anlatmak için biriktirdiği, olay, hikaye, yorum ve benzeri şeyleri sözlüğe yazmak için biriktiriyorum. sonra da "kim ilgilenir bununla" ya da "bu da sözlüğe yazılmaz ki" vb. gerekçelerle çoğunu yazmıyorum.

Çeşme Klima Servisi

az önce, ofisin sahiplerinden biri, stajyer avukat olan yiğeniyle "ben artık çekiliyorum yavaş yavaş, burayı sen idare edeceksin" yollu bir konuşma yaptı. adana'da ailemin ofisi dururken ben neden burada debeleniyorum diye zaten düşünüyordum ama, hiç bu kadar düşünmemiştim. çünkü ne olup ne olamayacağımı hiç böyle görmemiştim. yalnız dönemem, sevgilime gel diyemem, burada bi cacık olamam, nolucam bilmiyorum sözlük. 15 sene sonra hala borç hesabı yaparken "o gün dönecektim..." deyip dururum artık. çocuğum olursa benimle aynı meslekten olmasın rica edicem. öyle olunca ne yapacağını bilemiyorsun. Çeşme Klima Servisi senden gizli telefonuma yüklediğim fotoğrafın konumunu dikeyden yataya getiriyorum, belki fotoğrafın çözünürlüğü düşer de seni telefondan, kalbimden silmek için haklı bir nedenim olur diye. yanakların, burnun büyüdükçe çirkinleşeceğini beklerken, büyüyen gözlerinle bana bakıp tekrar aşık ediyorsun beni kendine. çık artık. git artık. iş yerinde meşgul gözükmeye çalışacağıma, çalışsam bundan daha az yorulurum herhalde. misal şu an suratımdaki ciddi ifadeyi görenler, oldukça önemli bir rapor yazdığımı düşünebilirler ya da umarım düşünüyorlardır, düşünsünler lan. sözlükte " adamın amına koyan şarkılar", " durup dururken adamın amına koyan şarkılar" " adamın amına koyan şiirler" türevinden başlıklar gördüğümde mastürbasyon yapıp da terlemiş sözlük yazarları zihnimde canlanıyor ve pişman olduklarını düşünüyorum. neden koyuyorsunuz kendi amınıza anlamış değilim.

Çeşme Klima Servisi

ilk sevgilim ay ışığının altında tuttu ellerimi, ilk dayağımı gecenin bir vakti yedim. beş senelik iş hayatımda hep geceleri çalıştım, okula gidiyorum ama akşam beşten sonra. yalnız olduğumu geceleyin anlıyorum, yanlız olmadığımı da. geceleri eğleniyorum, gündüzleri bedellerini ödüyorum. belki de herşeyin sebebi gecenin üçünde nefes almaya başlamamdır... Çeşme Klima Servisi güneş ne kadar ulaşılmaz da olsa, ben sadakatimi ay ve diğer yıldızlara sunuyorum. gerilim öğeleri yüksek miktarda olan ve adamı zıplatan oyunları oynayamıyorum. alan wake, dead space, dead space 2 gibi şahaserleri bu yüzden hep es geçiyorum. alone in the dark serisini bile bu yüzden oynayamadım 90'lı yıllarda. hiçbir şarkının sözlerini tam olarak ezbere bilmiyorum. en sevdiklerim de dahil. insanlar dalga geçiyor. hastalık mı anlamadım ki. biraz mırıldanıp uyduruyorum amk. ön yargıları mı yargılarken, insanların ön yargılarını durdurabilmek için hareketlerimi kısıtladığımı fark ettiğimde, insanlıktan utandım. üzüntümden kahroldum. eşimin kardeşinin düğününde sahte çeyrek altın taktık. paramız olmadığından değil kardeşini sevmediğimizden. ama sahtesi bile 10 lira mıydı neydi. ona bile pahalı diyesim geldi!

Çeşme Demirdöküm Servisi

ergenlik dönemimde şakak tarafında bulunan saçlarımı birkaç kez jöleledim. böylece oralarının dökülmesini sağlayarak bruce willisvari karizmatik bir yarı-kelliğe kavuşacağımı düşünüyordum. her sabah 10 dakilka yatakta oturup mal mal ne giysem bahanesiyle dolaba bakıyorum, sonra neyse banyoda düşünürüm diyip kalkıyorum. henüz o sürede karar verip giydiğim bir şey görülmedi, ben bunu 4 senedir yapıyorum ve bazen servisi kaçırıyorum bu yüzde. Çeşme Demirdöküm Servisi bazen sözlükte ingilizce bilmeyen tek adam benim herhalde diye düşünüyorum. öyle mi lan hakkaten? birgün kenan imirzalıoğlu'nun o nur cemalini gördüğünde aklına seda sayan gelecek deselerdi neremle güleceğimi şaşırırdım..saolasın pepsi! parmaklarımın ucuyla vurarak attığım izmaritlerin yatay menzillerini genişletme deneylerinde daha çok izmarit kullanabileyim diye günde 3 paket sigara içer oldum... kösül ciğeroğlu/56/yozgat

Blog nedir

kronik ve çapı büyük memleket meselelerinde amerikanın, avrupa birliğinin dürtüklemesi dışında kılını kıpırdatmayan adam.. yani illa biri gelip kulağına fısıldayacak, "ya tayyip bey, şu kürt sorununu da bi halletseniz tam süper olacak" falan diyecek ki, adam anca o zaman faaliyete geçsin.. o kadar komik ve garip duruyorki böyle yapınca.. bir bakıyorsunuz birden bire kürt meselesinde çözüm de çözüm diye tutturmaya başladı.. yarın öbür gün yine alarmı kurulmuş saat gibi kıbrıs,ermeni meselesi falan demeye başlar bak görürsünüz..gerçekten ego sorunu olan bir insan, onlarca sorunu var zaten de, ego sorunu en göze çarpanlarından bir tanesi. kendisine bela okudu diye 14 yaşında bir çocukla iddialaşılır, mahkemeye gidilir mi ya? adam demokrasiden zerre anlamadığını bilimum karikatür davasında ortaya koymuşken, vatandaşa ettiği hakaretin haddi hesabı yokken hala demokrat aydınlarımız nasıl oluyor da kendisini yalamaktan vazgeçemiyorlar anlamıyorum. kendi belediye başkanlığı döneminde "kopru cinayettir ormanları yok eder" diyerek ucuncu bogaz koprusune karşı çıkan, şimdi başbakanlığı döneminde ise koprunun yapılması için hevesle bekleyen kişi. sarfettiği sözler kendisine söylense idi, "münafık bunlar, oruç da tutmuyorlar keh keh keh" yapacaktı. lakin kendisi söylediği için, dinle alakalı düşünceleri kendinden bağımsız işliyor sanırım. bir de bu kişinin her dediğine inanan gerizekalılar var, onlara da benden çay.

Muhafazakar

türkiye'de muhafazakar siyasetcilerin ne denli önemli olduğunu ve türkiye'nin neredeyse tüm sorunlarını bu insanların çözebildiğini gösteren son isimdir. hadi kısaca geçmişe dönelim ve bazılarını inceliyelim; mustafa kemal atatürk: türkiye'yi kuran muhafazakar önder (en azından memleketin kuruluşunun hemen öncesi ve bir süre sonrası bu böyleydi alenen bir şekilde). memleketi bile bir muhafazakar kurduysa devamında da en iyi işleri onların yapması gayet normaldir. (burada kalın bir çizgi vardır ve sonra sayılacak liderlerin "öncesi" diye kastedilen atatürk değildir) adnan menderes: atatürk sonrası iktidara büyük bir halk desteğiyle gelen ikinci muhafazakar isim. türkiye'yi o günün şartlarında tam bir fukarılıktan, acizlikten kurtarmıştır, sonu hüsranla bitse bile memlekete katkıları malumdur. - muhafazakar olmayanların yaptıkları (!), yapmadıkları burada mevzu değildir, çünkü hem göte girer hem...- turgut özal: uzun bir aradan sonra türkiye'de iktidara gelen muhafazakar lider. kendisi hem darbe sonrası gelmiştir hem diğer benzeri liderleri gibi büyük bir halk desteği almıştır. serbest piyasa ekonomisi ile ülke hızla gelişmiş, bir çok önemli icraatları olmuştur. menderes gibi olmasa bile bir şekilde sonu hüsranla bitmiştir. necmettin erbakan: belkide aralarında en iyisi, en dooğrusu, en halk için uygun olanı, en adil sistem taraftarı ve uygulayıcısı. tek başına gelecek bir halk desteği olmasa bile koalisyon hükümünte dahi orta dereceli başarıları olmuştur. hortumları kesilenler tarafından alaşağı edilmiş, kendinden öncekiler gibi ölmek yerine süründürülmesi tercih edilmiştir. kıymeti bilinemeyen belki tek 'en'lerin adamı. sayesinde recep tayyip erdoğan gibi bir değeri memleketin kazanması bile başlı başına bir başarıdır aslında. recep tayyip erdoğan: türkiye'nin en önemli liderlerinden biridir. halk tarafından sevilmesi bir yana bugünlere gelmesinde ammeye malum olan zındıkların yaptığı linç girişimleri ters tepmiş, insanlar kendisini daha çok benimsemiştir. necmettin erbakan'ın yetiştirdiği en iyi vatan sevdalısıdır. dönemimde yapılanlar öncesinde yapılanların belkide hepsinden daha mühimdir. avrupa birliği yolunda ilerlenmiş, kıbrıs sorununa akıllıca açılımlar getirmiş ve sorunun sadece türkiye olmadığını dünyaya kanıtlamış, ülke içi bir çok ilerlemeyi sağlamış (ulaşım, sağlık vs.), kürt açılımı ile gene ammeye malum olanlar tarafından üretilen sorunu haleden, icraatları saymakla bitmeyen bir liderdir. not: solcuların yaptıkları malumdur ama biri çıkarda solcular muhafazakar/dindar liderlerden daha çok icraat var, daha iyi şeyler yaptı derse onu da dinleriz. ayrıca muhafazakar/dindar olanları sağcı partilerle karıştırmamak gerekiyor. netice olarak, recep tayyip erdoğan bu ülkeye en çok faydası olan liderdir ve diğer faydalılar gibi muhafazakardır, dindardır, halktan biridir.

AaAhhhahahah

"bütçe" vurgusu... güzeel. burada yapmak istediği mesela liberal kamuoyunun "faili meçhuller", "bütçe" gibi talepleri ile muhazafakar kamuoyunun "terör" kavramlarını bir arada kullanmak.. "milletçe sormamızı istiyorum" diyor. "barış"ın toplumsal meşruiyetini tesis etmeye çalışıyor. e yarın pkk'lıya af vs. olabilir sonuçta. konuşmaya bakmaya devam edelim: "istiklal marşı'nı dinlerken hepimiz yüreği kabarmıyor mu? yemen türküsü'nü dinlerken hepimizin gözleri yaşar mıyor mu? fuzuli'nin şiirleri nasıl ruhumuza hitap ediyorsa, ahmedi hani'nin dizeleri de aynı şekilde bizi duygulandırmıyor mu? neşat ertaş, 'gönül dağı' dediği zaman her birimizin tüyleri ürperiyor. aynı zaman şivan perver, 'halepçe', 'hazal' dediğinde gönül dünyamızın derinliklerine dalıyoruz." istiklal marşı ile başlamış şivan perver'e getiriyor sözü. samimiyetsiz olduğuna kuşku yok. (güncel örnek, aram tigran'ın vasiyeti üzerine cenazesinin diyarbakır'a götürülmesinin 'kürt sorunu koordinatörü' içişleri bakanlığınca engellenmesi) ama yapmak istediği şu. iktidar partisi lideri olarak arzusu milliyetçi/iç anadolu oylarını kaptırmamak. ama bir yandan da "barış"ı getirmek. taraf'ın umut ettiği/gazladığı üzere gerçekten "barışın başbakanı" olmak.. o yüzden bir gözü "milliyetçi muhafazakar" kamuoyunda, bir gözü "barış"ta.. mhp ve chp'ye bakılırsa "bırakınız ölsünler, şehitler olsun ne güzel." durumundalar. başbakan ise, "anne"ler için "teselli kelimelerinin" yetersiz olduğunu iddia ediyor konuşmasının bir bölümünde: "hangi annenin yüreği dayanır buna? hangi annenin kalbi bu açıyı taşır. 'büyüttüm, besledim asker eyledim, gitti de gelmedi yavrum, buna ne çare...' diyerek ağıtlar yakan bir anneyi, hangi etkileyici söz teselli edecektir. 30 yıldır nice anne, telefonun başında ağrı dağı gibi, munzur dağı, cudi dağı gibi, erciyes dağı gibi, kaçkar dağı gibi olduğu yere yığılıp kaldı." şimdi buraya dikkat: "annenin ideolojisi yoktur, annenin siyaseti yoktur, sağcılığı, solculuğu yoktur. oğlu her ne sebeple hayatını kaybetmiş olursa olsun" "her ne sebeple" derken pkk'lıların annelerini de kapsayacak şekilde söylüyor bunu.. ama hemen arkasından dini imgeleri kullanarak "milliyetçi/muhafazakar" damarı sağlam kazıklara bağlamak istiyor: "yozgat'taki anne ile hakkari'deki anne, oğullarının başında aynı duayı ediyorsa, evladı için yasin ve fatiha okuyorsa, cemaat aynı kıbleye dönüyorsa, burada çok ciddi bir yanlış olduğu ortadadır." siyasi olarak da iyi bir noktada tutuyor kendisini, chp ve mhp'ye "gelin katkı sağlayın" mesajı veriyor göstermelik de olsa. "bütün siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, akademisyenlerle, medya, yazar-çizer, hepsiyle elele verelim ve bu işi böyle çözelim." diyor. şu kısmı kesinlikle ahmet altan yazmış: "biz artık botan çayı'nda serinlemek, zap suyu gibi coşmak, dicle, fırat, murat gibi barışa kardeşliğe akmak istiyoruz. istiyoruz ki munzur dağlarında hep birlikte kardelen toplayalım. cudi dağında yediverenler, ağrı dağında çiğdemler dermek istiyoruz. ülkemin 7 coğrafyasından derilmiş çiçekleri, ülkemin annelerine, o tertemiz yüreklere vermek istiyoruz." gelelim son söze. alıntıları "akp kamuoyuna baskı yapmak mı, akp'ye gaz vermek mi, yoksa stat oturaklarına 'devrim' yazıp beklemek mi sorunsalına cevap" örneği olsun diye yaptım. muhafazakar bir toplumda yaşamak.. sorunların çözümü için, onları bir şeylere ikna etmek durumunda olmak zordur. demokratik vicdan hareketi bile "ne o, iktidardan vicdan mı dileneceğiz" olarak karşılanabiliyor. doğaldır. bazıları için, üç kişi toplanıp bir konu üzerinde mutabakata varmak kolaydır, "oo süper abi o zaman esrar da serbest olmalı tabii. sen peki çırılçıplak gezmek hakkında ne diyorsun, özgür olmalı mı?" levellerinden inmek zor da geliyor olabilir. siz devrimi, gece toplum uyarken yapacaksınız, biliyorum, eminim. yolunuz açık olsun. ben ise, ahmet altan kadar iyimser değilim. akp, barışı tesis edemez. ama bu oluşan toplumsal zeminin bir yararı varsa o da belki "kürt sorunu"nun "farkında olmayan" birilerinin; 12 yaşında 13 kurşunla ölen uğur kaymaz'ların, zorunlu göçün, köylüleri katleden generallerin, polislerin, devletin bunlara sahip çıktığının farkına varabilecek olmasıdır. tamamen islami muhafazakar bir partinin buna kendince, kendi siyasi hesaplarıyla, kendi basiretsizliğiyle, kendi ikiyüzlülüğüyle yelteniyor olması dahi buna hizmet ediyorsa sevinirim. safça hayaller kurarım. belki ben ölmeden, birilerini "oğlunuz bir kahramandı, şehit oldu" diye kandırdıklarını görmem diye..