20 Nisan 2012 Cuma

Birsen

kurtce sarki yapacagini, bunu yayinlayacak adamlarin da bu ulkede var oldugunu bilidigini soyledin, bunu sen o zaman gerceklestiremedin belki ama su anda bunu gerceklestirebilen insanlar var, bunu erken gordun ve hemen dile getirdin, e bunu yapmasaydin,pek hazzetmedigim bir insanin da* soylemis oldugu gibi, ahmet kaya olamazdin ki... olumunden onece yasadigi olaylar essiz vatanimin utanc halkalarindan yalnizca bir tanesi... aci bir hal var ahmet kaya'nin kurt olmasi ile ilgili. cunku cok manidar ama anlayani az. soyle ki, benim icin ahmet kaya dinleyebiliyor, anlayabiliyor olmak turkce bilmemin, turkiye'de yasamamanin mukafatlarindan biridir. ancak bu ulkede dogdugum, yasadigim, bu dili anladigim icin degerini bilebilecegim, sirrina erebilecegim bir imkandir. hatta ne zaman "yabanci sevgili" ihtimali olsa hayatimda, bir durur, dusunurum. "ama ahmet kaya'dan anlamaz ki", ahmet kaya'yi dinlese de anlamayacak, onun hem ofkeli, hem kirilgan, hep huzunlu sarkilarini beraber soylemek mumkun olmayacak, onlarla beraber aglasmak olmayacak. o bir sinirdir iste, paylasabilecegim derinlige dair. yani, benim icin ahmet kaya damarlarimdan en yerli olanina kan verir, durur. ve bunu bir kurt yapar. ve ahmet kaya vakasi bu memlekette turk-kurt muhabbetinin, dostlugunun ne denli guzel, ne denli saglam, ne cok gorkemli olabileceginin, ama olamamisliginin acitan resmidir. "bu vapur hangi karşıdan hangi karşıya gider diye düşünüyordum. hakkari'den ankara'ya oradan da istanbul'a savrulan zihnime sığmıyordu bu karşı lafı. istanbul'da kim kime niçin karşı konusu bir tarafa, coğrafi olarak herkesin karşı kıyıya "karşı" dediği (savaşlarda iki tarafın da birbirine düşman demesi gibi) bu şehrin rutubetiyle ilk tanışma anını yaşadığım için hangi karşıdan hangi karşıya gittiğimi bilmiyordum.az önce merdivenlerini, dublajı kaymış bir yeşilçam filminin, yirmi dakika sonra meşhur bir türkücü olacak başrol oyuncusu gibi indiğim haydarpaşa, beni martıların arkadaşı bir vapura teslim etti, bin dokuz yüz seksen beş yılının yazdan kalma alacaklı nefis güneşli bir gününde. az önceki arabesk filmi bitirmiş, şahane bir romanın içindeydim artık... "merhaba istanbul" dedim romanın karizmatik kahramanının ağzından.ve dilimin kayganlığına nicedir yuva yapmış bir şarkıyı mırıldanıyordum: "ağlama bebek ağlama sen de, acı sende hasret sende... yağmur gibi..’’ allah allah bu çiseleyen yağmurun az önce her şeye egemen olan güneşten haberi yok mu? demek bu şehir için geyik muhabbeti köşelerine dekor olmuş "havasına parasına karısına güvenme..." lafı boşa söylenmemiş. vapur, dünyayı kurtarmak için sadece on saniyesi kalmışçasına aceleyle, henüz vapur yanaşmasını tamamlamadan kendini betona atan yüzlerce insanı indirirken beni içeride unuttu. ben son durakta ineceğini iyice bellemiş başka alternatif düşünmeyen saf yolcusu vapurun.. tenha bir şekilde indim, dünyayı kurtarmak bana düşmez diye düşünüyordum. adres osmanlı divanı gibiydi: sancaktar hayrettin paşa mahallesi, müşir süleyman paşa sokak, koca mustafapaşa! paşa paşa bindim numarasını önceden ezberimin en itinalı köşesine yazdığım belediye otobüsüne.. "yağmur gibi gözlerinden akan yaş niye... bu suskunluk bu durgunluk yılgınlık...’’ -afedersiniz samatya durağı burası mı? teşekkür ederim. bir öğrenci evinin en derin uykulu saatinde çaldım dairenin zilini. dört kere basıldığında ancak bir kez ses çıkaran zil bana mahmut'u getirdi. (daha doğrusu mahmut'un uyanmış bölümünü ki bünyesinin pek azını kaplıyordu.) -afedersiniz acaba muhsin var mı? - var kardeşim var yenisine lüzum yok almıyoruz... - yok ben kendisinin hemşehrisiyim de. beni istanbul'da yuva sahibi yapacağını söylemişti. zira benim kalacak başka bir yerim yok da... - haa sen yılmaz mısın? komikmişsin sen öyle mi? - evet ama sen şimdi böyle söyledin diye sana esprili bir cevap verecek kadar yırtık değilim. bu yüzden ilerde şiir de yazmayı düşünüyorum. - iyi... hoş geldin. - iyi... hoş bulduk...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder