18 Nisan 2012 Çarşamba
her yaşın güzelliği var
çok dertliyim...
bu saatte bir şişe şarabı bitirdim, önümde yapılacak bir sürü iş var...
terk edildim... berbatım be sözlük!!
onun hazırladığı cd'yi dinleyip dinleyip ağlıyorum. onunla konuşurken gülmeye çalıştım (arada bir de ağladım ama onu üzmemek için sıktım dişimi, sıkabildiğim kadar)...
benim kötü olmamı istemiyormuş (bu konu da eminim ama nasıl olmayım? dört sene geçirdik beraber) ...
şimdi kendi kendimi telkin etmeye çalışıyorum sakin ol, geçecek, atlatacağım, güçlüyüm.
ne fark ettim biliyor musun sözlük; hiç de güçlü değilim. yorgunum, acı çekiyorum...öğlen arasında yemeğe çıkıyorum ayağına yakın olan evime gidiyorum, kedilerimle oynayıp, ekmek arası bir şeyler yiyip, saat dolunca kös kös ofise dönüyorum.
ekşi itiraf olmadan geçen yıllarıma acıyorum. hastası oldum, gıybetçi oldum, kenan erçetingöz, bir de diğer kırçıl sakallı olan, hah aykut ışıklar gibi oldum. öyle hissediyorum, rontçu beşirden beterim.
eğer kapanırsa kendi kendimi uçururum.
balonlardan korkuyorum amk, hem de ölümüne tırsıyorum. açık havada hadi uzaklaşabiliyorsun bu şeytan icadından ama kapalı bir yerde ne yapacaksın, ödüm bkuma karışıyor şerefsizim.
misal bir minibüse binmişim, arka koltukta (sağ pencere yanı tabi ki) yerime geçmişim, yanım da boş ve tam hareket edecekken bir fren, açılan kapı ve içeriye adım atan bir şahıs ile onun ufak çocuğu.
durduralım burada. biraz geri. hah evet. dur. evet minibüs sakinlerinin yüzlerindeki, arabanın kinetik enerjisinin kesilmesinden ve bunun yol açacağı gecikmeden gayrı hissedilen ekşimtrak ifadeyi yakalıyorsunuz, güzel, fakat dikkatinizi arka tarafta oturan benim yüzüme vermenizi rica ediyorum mümkünse.
gözlerdeki faltaşı-mod'a ramak kalma anını ve ağzın da bir çeşit inanmazlık, isyan ile açılmaya başladığını gördünüz. işte şimdi lütfen içeri neşeyle binip hiç vakit kaybetmeden arkaya, benim yanıma doğru dörtnala uçarcasına gelen o gamsız çocuğa ve elinde tuttuğu şeye bakalım. evet bir adet mavi balon.. işte bu bakmakta olduğunuz enstantane, benim bütün yaşama zevkimi anında sömüren anlardan biridir.
neden? çünkü o balon hava ile doludur, basınçlıdır, gergindir. o neşeli çocuğun elleri ayakları da neşesinden dolayı sürekli bir deplasman halindedir. ve dolayısıyla o balon, benim yüzüme, kulağıma yakın yerlerde inadına fingirdemektedir. en önemli nokta da, o balonda "patlama" özelliği vardır. benim de önümde her saniyesi ızdırap içinde geçecek 15 dakikalık yol...
"korkuyla irite halindeyken bekleyişte olma" şu yaşamımızdaki belki de en feci histir. schindler's list'deki, 1 dakikada kapı mandalı yapan o fabrika işçisi adamın sahnesini hatırlıyor musunuz? ya da unutanınız var mı diyeyim. hah, işte o minibüste balonla yakın temastayken benim hissettiklerim de bu kategoride bir şey diyebiliriz.
fakat o çocuğun umrunda mıdır? değildir tabi. velet pek tabi ki kendi dalgasındadır. hatta o balonun sapını tutmak da yetmez bazen, arada bir avuçlar, "viyurrrr, gaccrrrr, ciyuirrtt" gibi sesler çıkartarak ömrümden abartısız 5 sene götürecek atraksiyonlara da itinayla imza atar. "aha bu sefer valla patladı amk!", "allaaaaah ilerde kasis var!", "keşke poğaça almak için o dükkana girmeseydim, şimdi rahat rahat öbür minibüsteydim" gibi düşüncelerle bir piyano teli kadar gerginken bir de bakarım, durağa gelmişim.
rekor denecek bir sürede o korku minibüsünden iner ve arkama bakmadan uzaklaşırken, mavi balonlu çocuktan başlayıp o balonu şişiren adamın gırtlağına dek dümdüz giderim, kimse tutamaz beni.
kısacası herkesin sevgilisi, idmanların neşe kaynağı olan balonla yanıma uğramayın abi. şişirecek, hoplatıp patlatacak başka bir şey bulun gelin.*
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder